Bölüm 4

2.8K 231 75
                                    

"Reina Moore'dan nefret ediyorum."

Cassie, Reina'ya gözlerini kısıp öldürücü birkaç bakış fırlatırken Reina ve amigo takımı yakın zamanda güney okuldaki okullardan biriyle yapılacak olan maç için hazırlık yapıyorlardı. Amigo takımı haricinde kalan kızlar ise bahçede baharlık beden eğitimi kıyafetlerimizle dolaşıyorduk. Koçun bakışlarına maruz kaldığımızda da voleybol oynarmış gibi yapıyorduk.

Ama asla tam olarak oynamıyorduk.

Spor yapmaktan nefret ediyordum. Kesinlikle benim için dizayn edilmiş bir aktivite sayılmazdı. Fakat orduda görev yapan asker bir babaya sahipseniz, kendi formunu korumakla beraber etrafındaki aile üyelerinin de formlarını korumaları gerektiğiyle ilgili ciddi uyarılara maruz kalabilirdiniz. Babamla hafta sonlarında bahçedeki çiçekler ve çimlerle ilgilenmek kadar yaptığımız bir diğer şey ise mutlaka kasabanın içinde terlemekten suyum çıkana kadar yürüyüş yapmaktı.

O koşu - yürüyüş taytı bedenimdeki ısı artışına bağlı olarak terlememe sebep olduktan sonra bacaklarıma yapışırken, nefes almak bile yapabileceğim en iğrenç şeylerden birisiymiş gibi hissettiriyordu. Taytın içinde kıpırdamak mümkün bile olmuyordu.

Reina ve amigo takımı için üzülüyordum. Sürekli yediklerimin kalori hesabını tutarak ömür geçmezdi ki.

Bileklerimin biraz yukarısına kadar çektiğim beyaz çoraplarımı düzeltirken Cassie'nin, okulun beden eğitimi dersleri için diktirdiği şortlu takımdan kaşıntısı tutmuştu bile. Söylediğine göre okulun anlaşmalı olduğu terzi dükkanının kullandığı kumaşın dokusunda onu rahatsız eden bir şeyler vardı.

Ben hala etiketin onu rahatsız ediyor olduğunu düşünüyordum tabii.

"Tanrı aşkına, sen de gördün. Basbayağı kopya çekti. Hatta sadece sen ve ben de görmedik, bütün biyoloji sınıfı gördü. Neden kimse itiraz etmedi?"

"Çünkü kimse daha canına o kadar susamadı," dedim Cassie'ye dönüp. "Biz zalimlikler karşısında sessiz kalmayan tipler olabiliriz ama sınıfın geri kalanı böyle değil. Reina ile ters düşmeye kimsenin cesareti yok."

Cassie bir kez daha gözlerini kısarak Reina'ya döndü. Ama onun ruhu bile duymuyordu. Amigo takımındaki kızların giydiği mini etekler, kalçalarının hareketleriyle cüretkar dalgalarla etrafta savrulup dururken yan tarafta Amerikan futbolu oynayan takımdaki çocukların bu tarafı seyrettiklerini görüyorduk. Koç, birkaç tanesinin kafasına patlatıp enselerinden tutarak oyuna tekrar döndürürken bile kafalarının baykuş gibi iki yüz yetmiş derece dönme yeteneğine sahip olmasını dilediklerine yemin edebilirdim.

Erkekleri anlamıyordum.

İki santim daha fazla bacak boyu görebilmenin onları bu kadar kolayca cezbettiği bir dünyada nefes alıyor olmak çok... saçmaydı. Gerçekten.

Koçun bakışları bu kez serbestçe dolaşan kızları - yani bizi - bulduğunda hemen yere oturdum. Bir dizimi kendime doğru çekip ayakkabılarımın ipini çabuk bir hamleyle çözüverdim. Ayakkabılarımı bağlıyormuş gibi yaparken tepeden gevşek bir şekilde topladığım turuncu saçlarım, başımı yüzüm gözükmesin diye eğince öne doğru dökülüyordu.

Cassie kıkırdadı. "Seni küçük şeytan."

"Ne?" dedim fısıltı gibi. "Voleybol oynamak istemiyorum sadece."

Yerde hala oturmaya devam ederken diğer dizimi kendime çekip, ayakkabımın öteki tekiyle uğraşmaya başladım. Bakışlarım hemen sağ tarafımızda kalan futbol sahasını bulduğunda, gözlerim Calum'u aramaya başladı. Arkadaşlarını bile bulsam yeterli gelecekmiş gibi hissediyordum. Çoğunlukla birlikte takılıyorlardı çünkü.

You Belong With Me || hoodTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon