Bölüm 54

1.3K 129 32
                                    

Sabah olduğunda gözlerimi açar açmaz, kendimi tüm bunların bir kabus olmasını ve uyandığım zaman aklımın içinde son bulmasını dilerken buldum.

Ancak hiç de öyle olmadı.

Bahar tüm ışıltısıyla birlikte Hempstead'e gelmişti. Güneş doğar doğmaz masmavi bir göğün içerisinde parlıyor, etrafta cildinize kış soğuğunu unutturacak bir ılıklık yayıyordu. Kuşlar eskisi gibi cıvıldamaya, çiçekler rengarenk yapraklarıyla açmaya ve ağaçların dökülen yapraklarının yerlerinde yenileri, daha canlı bir yeşil rengiyle büyümeye başlamıştı.

En yakın arkadaşımın yeşilin neredeyse tüm tonlarını içinde barındıran yatak odasında da benzer bir bahar havası vardı. Oda havalansın diye birkaç parmak aralık bıraktığı penceresinden içeriye çiçek ve taze biçilmiş çim kokuları süzülüyordu. Ekru renkli tül, bazı yerlerinde dantelden yapraklar işlenmiş desenleri olan perdenin arasından güneş ışıkları sızmıştı. Odanın içi dışarıdaki tüm parlaklığa ve heyecana kucak açmış durumdaydı. Özellikle de Cassie'nin yatak başlığının yaslanmış olduğu duvarda rengarenk çiçeklerle bezenmiş bir duvar kağıdı vardı ki, moraliniz ne kadar berbat olursa olsun odasının yalnızca o kısmına bakmanız bile içinizi açmak için yeterli olabilirdi.

Ama şu anda iyi olan her şey benden çok uzaklarda toplanmıştı. Hiçbiri his olarak yakınımda değil gibiydi.

Cassie benden çok daha önce uyanmış olmalıydı ki gözlerimi açtığımda onu odasında bulamadım. Birlikte kaldığımızda aynı yatağı paylaşmakta bir sorun görmezdik. Bu sefer de öyle yapmıştık. Yani... en azından öyle yaptığımızı düşünüyordum, çünkü Cassie beni yatırdığında yastığa başımı koyar koymaz uykuya dalmıştım.

Eskiden olsa mutlaka bir şeyler hakkında konuşurduk. Geçmişten, o gün içerisinde yaşadıklarımızdan ve gelecekten söz ederdik. Bunu rahatlatıcı bulurdum. Cassie ile arkadaş olmanın zaten kendiliğinden rahatlatıcı, içinizi huzur ve mutlulukla dolduran bir yanı vardı. Deli doluydu ve onu seviyordum. Damarlarımızda aynı ailenin kanını taşıyor olsaydık belki ancak bu kadar sevebilirdim. Beni her zaman mutlu etmenin bir yolunu bulurdu.

Dün gece hariç. Dün gece, hiç kimsenin elinden bir şey gelmeyen, iç karartıcı ve soğuk bir geceydi. İlk kez Cassie'nin yanındayken iyi hissetmenin bir yolunu bulamamıştım.

Uyanıp uyanmadığımı kontrol etmek için birkaç dakika sonra odaya geldiğinde, elinde büyük bir bardakta -neredeyse bira bardağı kadar büyük bir bardaktan söz ediyorum- hazırlamış olduğu çikolatalı süt duruyordu. Sersemlemiş, şişkin ve büyük ihtimalle hala kızarık olan yüzüme dünyanın en güzel şeyiymişim gibi bir hayranlıkla bakarken süt bardağını kaldırıp, "Günaydın!" diye şakıdı.

Yaptığım hataya rağmen bana hala yumuşak davranıyor olması kendimi daha berbat hissetmeme neden oluyordu. Nankörlük ettiğimden değil, Cassie için her şeyi yapardım ve şu anda aynısını onun bana karşı yaptığının farkındaydım. Hatam olduğunu göremediğinden değildi, mümkün olduğu kadar beni rahatlatmaya çabalıyordu. Ama şu anda... aklımda dün gecenin kalıntıları duruyorken yeni bir güne heyecanla başlamak içimden gelmiyordu.

Neyse ki Cassie ne hissettiğimi ben kelimelere bile dökmeden anlamış olmalıydı ki, çok fazla üzerime gelmedi. Beni mutlu etmeye, gülümsetmeye çalışmayı bir kenara bıraktı. Yattığım yerde önce dirseklerimin üzerinde, sonra da tamamen doğrulup sırtımı onun büyük yatak başlığına yaslamamı seyretti. Sonra da odasının içerisine adımlamaya başladı. Yatağa oturacağını anladığımdan bacaklarımı yorganın altında bağdaş kurdum ve ona yer açtım. O da bardağı hemen solumda duran komodinin üstündeki plastik bardak altlığının üstüne bıraktı.

You Belong With Me || hoodWhere stories live. Discover now