Bölüm 10

2.9K 235 131
                                    

Cuma akşamı Cassie için sabırsız bir bekleyişin ardından heyecan dolu son dakikalara dönüştüğünde, benim için her geçen saniyesi biraz daha cehennem oluyor gibi hissetmeye başlamıştım.

Cassie bizim evde hazırlanmıştı. Bunun nedenini biliyordum. Okula dönüş partisine benim de ona katılmam ve Calum'la biraz daha sohbet edebilme şansımı yakalayabilmem için fırsat sunmaya çalışıyordu. Gerçekten bunun için benden bile daha fazlasını çabaladığına yemin edebilirdim. Fakat içimde oluşturulmayı talep eden bunca fırsata karşılık olarak bulundurduğum tek şey bolca endişe, şüphe, belirsizlik, merak ve omuzlarıma yüklenerek beni ezip geçtiğini düşündüğüm bir ağırlık vardı.

Calum'la dün akşam üzeri yaptığımız konuşma aklımdan çıkmıyordu. Bana biraz bile rahat vermiyor, nefes almama dahi izin vermeyecek bir canavara dönüşüyordu. Bunu hissedebiliyordum ve bundan zarar görmekten çok korkuyordum. Çünkü kalbimde ve onun etrafında hissettiğim duyguların oluşturduğu kalabalık tarif edemeyeceğim kadar yoğundu. Birileri boğazıma çöküyormuş gibi hissediyordum ve sanki bir şeyler bana sürekli onu düşündürme zorunluluğunu zihnime empoze ediyordu.

Cassie'ye bu kadarından bahsetmeye çekinmiştim. En azından şimdilik ona bu taç meselesinden bahsetmek istemiyordum. Hatırladıkça kalbim yerinde durmuyordu ama...

Ne olduğunu bilmiyordum. Aklımdaki tek şey Calum'un hala Reina ile bir ilişkisinin olduğuydu. Fakat onun gözlerina bakınca Reina'ya ait bir şeyler göremiyordum.

Belki de var olan birçok şeyi görmek istemediğimdendi tüm bunlar.

Kafamı karıştırmasına izin vermedim. Ona partiye katılmayacağımı söylemiştim ve gerçekten de katılmayacaktım. Annemle vakit geçirmek ve biraz ders çalışmak istiyordum. Hatırladığım Jane olabilmeye ihtiyacım vardı. Calum, cildimin altından damarlarıma ve oradan da ruhuma doğru nüfuz etmeyi bir şekilde başarıyordu. Durum böyleyken kendimi tanıdığım Jane gibi hissetmiyordum.

Ya da... hissettiğim şeyler nelerdi ki?

Annem, Cassie'nin elbisesinin kırışmasını engellemek için ona yardım ederek mutfaktaki masamızın etrafına dizili dört sandalyeden bir tanesine oturmasında yardımcı oldu. Ben de o sırada sevdiğim tahıllı bebek bisküvilerini ufak ufak kırarak borcamın içine serpmek ve onların telaşını izlemekle meşguldüm. Annem, Cassie'nin yanaklarındaki allığı ve pudrasını tazelemeye çalışıyordu çünkü Cassie bir türlü güzel ya da yeterli olduğuna dair herhangi bir ikna olma seviyesine henüz erişebilmiş değildi.

"Hala benimle gelebilirsin. Michael'a bizi beklemesini rica ettiğimde aksini yapacağını sanmıyorum," dedi Cassie. Onlara baktığımı yakaladığında gelmek istediğimi düşünmüş olmalıydı.

Gitmek istiyor muydum? Belki. Olay Cassie'nin yanında olmaktan çok daha öteydi bu sefer, emin olamayıp belki dememin tek nedeni buydu.

"Kararımda ısrarcıyım."

Cassie gözlerini devirdi. Annem, onun yanaklarındaki allığı tazelerken Cassie bunu umursamayarak anneme döndü ve "Nasıl bu kadar sıkıcı bir kız çocuğu yetiştirdin anlamıyorum," dedi. "Beden yaşı on yedi, ruhu elli yedi," diye söylenmeyi de eksik etmedi.

Bisküvileri ufak parçalara ayırmaya devam ederken kıkırdadım. Annemin kahkahası ise büyük ve güzeldi. Bazen Cassie ile olan arkadaşlığımıza annemi de dahil ederdik ve bunda en ufak bir sorun bile çıkmazdı. Kırk dört yaşında olmasına rağmen biz on yedilik genç kızların yaşına rahatlıkla inebiliyor ve Cassie ile bana mümkün olduğunca uyum sağlayabiliyordu.

You Belong With Me || hoodWhere stories live. Discover now