Bölüm 50

1.5K 125 41
                                    

Kütüphaneden dışarıya çıkmak için büyük, oldukça ağır sayılabilecek iki kanatlı kapıya adımlarken nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde Calum'u orada öylece durmuş, dikilirken buldum.

Ve inanın bana, şu anda burada olmak için en yanlış zamanı seçmişti.

Calum'un kahverengi gözleriyle gözlerim buluştuğu zaman sanki ayaklarımın altına zamk sürülmüş gibi, adımımı attığım son yere ayak tabanlarım yapıştı. Ne bir adım ileri atabildim ne de geri. Sarfettiğim son adımımla birlikte karşısında öylece kalakalmış olmuştum ve yüzünde kırılmaz bir cam gibi kalıplaşmış olan sert bakışı fark ettiğimde zorlanarak yutkunmaktan başka hiçbir şey yapamadım.

Zayıf vücuduna oranla oldukça güçlü görünen kollarını göğsünün altında kavuşturmuştu. Kaşlarının ortasındaki derin çizik yalnızca bir şeyler hiç hoşuna gitmediği zamanlarda kendini belli eden bir çizgiydi. Yetmezmiş gibi o çizgiyi de görmek ikinci kez zorlukla yutkunmaya çalışmama neden olmuştu. Her şeyi... duymuş gibi bakıyordu. Belki her şeyi de değildi ama en azından o kızgınlık çizgisinin tenindeki yerini almasına neden olacak kadarını duymuş olmalıydı. Veya... görmüş?

Ah.

Ne yapacağımı ve ne söyleyeceğimi bilemeden öylece durdum. Yaptığım bir şey yoktu ama onunla göz göze geldiğim andan itibaren dudaklarımdan salınan ince, güçsüz nefes, ikimizin arasında oluşmuş gergin atmosfer tarafından çabucak yutuldu. Turuncu kirpiklerimi yavaşça kırpıştırdım, sırtımdaki çanta sanki bütün dünyanın yükünü taşıyormuşum gibi belimi ortadan ikiye kırmak üzereymiş gibi ağır hissettirmeye başlamıştı.

Her an aşırı tepki verebilirmiş gibi görünüyordu ki... ne diyebilirdim? Luke'un birkaç saniye önce yaptıkları ve Calum'un bazılarını görüp duyması elimi kolumu bağlamıştı.

"Calum..." diyebildim sadece. Dudaklarımdan yalnızca adı dökülebildi. Fakat bunun dışında başka hiçbir şey yapamadım. Durduğum yerde öylece durmaya, kıpırdamamaya devam ediyordum. Olacakların hiçbirini kestiremediğim gibi, birtakım muhtemel kötü ihtimaller de zihnimin gerisinden çıkıp mantıklı düşünmemi engelleyecek kadar aklımı ele geçirince telaşa kapılmaya başlamıştım.

Calum dolgun dudaklarını birbirine bastırdı. Kuzguni karası saçları darmadağın olmuştu. Şakaklarındaki ve alnının kenarlarındaki birkaç tutam terlediği için nemlenip, cildine kıvrılarak asılı kalmıştı. Elmacık kemiklerinin üstü kızarmıştı ve siyah tişörtünün yakasında incecik bir ıslaklık vardı. Antrenmandan çıkıp soluğu kütüphanede aldığı belliydi ve bu sadece ben onun hiçbir mesajına cevap yazmadığım için olmuştu. Biliyordum, veya az çok tahmin edebiliyordum diyelim. Yoksa buraya neden uğrasındı ki?

Gerçekten de mükemmel bir zamanlamayla.

Elbette Calum'dan bunları saklayacak halim yoktu. Ona her şeyi anlatırdım. Bizim aramızda sır falan olmazdı. Ama en azından... böyle duymamalıydı. Michael ve Cassie'nin yardımını alarak öfkesini yumuşatabilirdim.

Şimdi böyle bir şeyin ihtimali bile söz konusu değildi.

Calum başını imalı bir şekilde aşağı yukarı sallarken, "Birazdan yapacaklarıma kesinlikle karışmayacaksın," dedi.

"N-ne?" Afalladığım için kekelememe de engel olamamıştım. "Sen... hayır—"

"Hatta ne var biliyor musun? Beni dışarıda bekle."

Luke bunların hiçbirini duymuyor muydu bilmiyordum ama ilgilendiğim kesinlikle o değildi. Calum göğsünde birleştirdiği güçlü kollarını çözüp, bana doğru bir adım attı ve elleri bu öfkeli duruşuna rağmen nazik bir şekilde kollarımın etrafına sarıldı. Vücudumu bir oyuncak bebekten farksızmışım gibi önünden çekmeye yeltendiğini fark ettiğim anda korkum daha da arttı.

You Belong With Me || hoodDove le storie prendono vita. Scoprilo ora