Bölüm 12

2.8K 228 93
                                    

Annem arabaya doğru yürürken gerçekten de beni burada, Calum'la yalnız başıma bırakacağını düşünmek ve hatta buna inanmak bile benim için çok büyük bir yanlış demekti. Arabasına doğru yürümesi, kapısını açması ve öğrencilerinin veli toplantısının yapılacağı güney kesimde kalan devlet lisesinin yolunu tutmalıydı. Olması gereken buydu. Veya benim olmasını istediğim, buydu.

Ama tabii ki annem bunu yapmadı.

Calum'la birbirimize baktığımızı bir şekilde yakalamıştı ve bir şekilde benim bu çocuğa karşı hissettiğim tuhaf, şu anda bile adlandırmakta zorlandığım bu çekimi hissetmeyi başarmıştı. Genzini seslice temizleyip bakışlarımızı buluşturduğunda bunun sadece anneler ve kozları arasında anlaşılabilecek türden bir bağ olduğunu fark etmiştim. Kızının neredeyse tutulmak üzereymiş gibi hissettiği bu çocuğa karşı olan bakışı sadece yan komşumuz olmaktan hemen çıkıvermişti.

O anda şunu da anlamıştım. Sadece benim annemden değildi, hiçbir şey tüm annelerden gizli kalmayı başaramazdı. Bizim en içimizden bir yerlerden hissettiğimiz duygularımız bile, bunu başarabilecek kadar kendini kamufle edebilmeyi bilmezdi.

"Merhaba!" diye Calum'a seslendi annem. Arabasının sadece birkaç adım ötesinde, topuklu ayakkabılarının üzerinde bedenini zarif bir şekilde döndürüp Calum'a el salladı. Günışığından çok daha parlak olan samimi, sıcacık gülümsemesini Calum'a gönderirken benim şuracıkta yığılmak üzere olduğumun farkında bile değildi.

Gerçi olsa bile, bu annemi Calum'la tanışmaktan geri koymazdı. Hiç sanmıyordum.

Annemden bu sıcak ve samimi tepkiyle karşılaşmayı beklemeyen Calum, benim donakalmışlığımın aksine son derece rahat görünüyordu. Bakışlarının benimle buluştuğu zamanlarda çok daha gergin ya da yoğun gözüktüğüne yemin edebilirdim. Bir anda nasıl bu kadar rahatlayıp, anneme odaklanmayı başarabildiği hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu.

Bu çocuğun yıllardır buzdolabı olduğuna dair okulun koridorlarına kadar sinmiş söylentilere baktıktan sonra dönüp de şu karşımdaki çocuğa baktığımda sadece apışıp kalıyordum. Çünkü Cassie de dahil olmak üzere herkes onun hakkında negatif, kötümser ve ne kadar hoş biri olduğuna dair söylemlerde bulunurken doğru olanın sadece hoş biri olduğu kısmı gözüme çarptığında kalanlara inanıp inanmamak konusunda kararsızdım.

Tuhaftı. Ya insanlar çok fazla ön yargılı davranıyorlardı ya da Calum gerçekten bahsedildiği gibi biriydi. İki seçeneğim olmalıydı bu durumda. Ama benimle iletişim halindeki çocuk; az ve öz konuşan, nazik, kendi haline, hayatı hakkında bir planı ya da yarın yokmuşçasına arkadaşlarıyla eğlenen ama içten içe bir şeyleri sorgulayan ve... gözlerimin içine melankoli dolu gözlerle bakan bir lise öğrencisiydi.

İnsanların söyledikleri de kaba bir şekilde tabir etmek gerekirse serseri, düzenbaz ve ne kadar piç olduğundan öteye gitmiyordu.

Ve ben insanların söylediklerine inanmak istemiyordum. En azından böyle güzel gülümseyen bir çocuğa baktığımda söylentileri siktir etmek, sadece onu izlemek istiyordum. Güzel bir çocuktu. Kemikli, ince ve uzun parmaklarındaki ojeler günışığında çok daha belirginlerdi. Onları sileceğini düşündüğüm her seferinde tırnaklarında bırakmış olarak görmek bana saçma bir umut bağışlıyordu. Hasta olduğumu düşünmeye başlıyordum. Sadece aptal, siyah bir oje. Bu neyi ifade edebilir ki?

Ellerini posta kutusundan çekti. İçindekilerin tamamını alıp belli bir düzene koyarken anneme sade ve erkeksi bir tavırla elini kaldırıp selam verdi. Yüzündeki gülümseme parlak ve aydınlıktı. Dün akşam yeterince dağıtmışlar mıydı bilmiyordum. Ama gözleri yorgun bakıyordu. Belki de uykusunu alamamıştı.

You Belong With Me || hoodHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin