Bölüm 41

2K 168 73
                                    

Göz kapaklarımı birkaç kez usulca aralamaya çalıştığımda, makyajımı temizleme suyuyla iyice çıkartmış olmama rağmen kirpiklerim hala birbirine yapışıyor gibiydi. Calum'un koyu renk perdelerinin arasından güneş ışıkları zayıf ve seyrek bir edayla sızmıştı. Odanın içinde puslu ve grimsi bir hava hakimdi. Bedenimin yan tarafında bir boşluk hissediyordum ve sağ tarafıma bakabilmek, o anda benim için cesaret edebileceğimden çok daha fazlası gibi gelmişti.

Birbirlerine zamkla yapıştırılmış kadar ağır hissettiren kirpiklerimi zorlayarak birkaç kez daha onları kırpıştırdım. Sol tarafımdaki komodinin üzerinde yer alan dijital saate baktığımda sabahın sekizinde olduğumuzu gördüm. Çok da fazla uyumamış olmama rağmen uykumu almış gibi hissediyordum, birkaç saat yeterli gelmiş olmalıydı. Fakat kollarım ve bacaklarım, en az yeniden uykuya dönmem için beynimin oynadığı oyunlara boyun eğmeye hazır olan göz kapaklarım kadar ağırlardı.

Bir cesaretle sağ tarafıma baktım ve Calum'un tarafının bomboş olduğunu gördüm.

Bu boşluğu görmek kalbimi çok kırmıştı. Zaten bana güven aşılayan sıcaklığını dün geceki kadar somut hissetmememden burada olmadığını anlamalıydım. Ama gözümle yataktaki yerinin boşluğuna bakmak acımı pekiştirmeye yardımcı olacak gibiydi.

Yatakta onun tarafına bakarken sertçe yutkundum. Dün gece yaşanılan her şey, uyku sersemliğinden kurtuldukça zihnimin arka tarafına vurulmuş zincirlerden serbest kalarak gözlerimin önüne doğru nüfuz etmeye başladı. Sağ kolumun üzerine ağırlığımı verip yatakta yan dönerek, Calum'un yastığını aldım ve kendime doğru çekip göğsüme bastırdım. Parmaklarım ve kollarım, sanki gerçekten Calum'a sarılıyormuşum gibi yastığın çevresine sarmalanırken saçlarının ve kavruk teninin kokusu burnuma doluyordu.

Sessizce yüzümü yastığına gömdüm. Küçüklüğümden kalma, aptalca bir alışkanlıktı işte. Babam görevleri için gitmek zorunda olup, bizi yalnız bıraktığı her seferinde de bunları yapardım. Bazen yastığına sarılırdım, bazen de keskin çizgiler bırakılmasına özen gösterilerek ütülenen gömleklerini giyip kasketini takardım. Bunu daha çok çocukken yapıyordum, aile albümümüzde bu kılığımla çekilmiş bir kare bile vardı. Annem bunu babama postayla göndermişti. Görevden dönünce babam gönderdiğimiz kadar temiz ve tek bir köşesi bile kırışmamış bir şekilde fotoğrafı geri getirmişti.

Bir zamanlar ailem ve Cassie dışında birini bu kadar sevebileceğim aklıma bile gelmezdi. Benim için hep... annem, babam ve Cassie vardı.

Şimdi ise Calum...

Calum'u onlardan daha ayrı bir yerde tutuyordum çünkü benim için çok özel bir çocuktu. Bu annemleri ya da Cassie'yi daha az sevdiğim anlamına gelmiyordu, veya onların farklı olmadığı. Sadece... Calum yalnızca kalbime ve ruhuma dokunmamıştı, kırık parçalarımı da gizlediğim yerden çıkartmıştı. İlk kez birinin gözlerine bakabilmek bana her şeyin bir gün çok daha iyi olabileceğinin umudunu vermişti. Yaşamak denilen bu illüzyondan ölesiye nefret etmeye başlasam da, bedenimi yaralayan kırıkları çekip çıkarmaya çalıştıkça illüzyona kendimi kaptırmak çok da zor olmuyordu.

İnanmak o kadar kolaydı ki, benim kırıklarımı temizlerken onun elinin kesilebileceği ihtimalini göz ardı etmiştim.

Bu zordu. Ben onu üzmek istemiyordum, hiçbir zaman da istememiştim. Ama babamın da üzülmesini istemiyordum. Annem ve Andrew'u ayırmanın babam ve annemi yeniden birleştirmesini beklemiyordum. Fakat aptalca bir fikir bile olsa, boşandıkları zaman annem o adamla mutlu olmaya devam ederken babamın bir köşede sessizce acı çekmesini ve kanamasını da istemiyordum. Yaşanılan haksızlıkların adalet kavramımı ilkelleştirdiğinin farkındaydım, ancak umurumda değildi, annem bu mutluluğu hak etmiyordu.

You Belong With Me || hoodHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin