Bölüm 34

2.5K 195 65
                                    

Akşam olduğunda Calum'la birlikte onların evinin ön verandasında oturuyorduk. Calum basamağın bir ucuna yerleşmişti, ben de öteki ucuna yerleşmiştim. Surat ifademe baktığında bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamak Calum için hiç de zor olmamıştı. Bu yüzden, oturduğumuz aynı basamaktayken aramızdaki mesafeler zamanla azaldı... en sonunda da yok oldu. Şimdi benim sağ dizim, onun sol dizine değecek kadar birbirimize yakın oturuyorduk.

Calum'la buluşmadan önce, yani ben evdeyken ve onun eve gelmesini beklerken, kendimi odama hapsetmiştim. Aslında o sinir anında kendimi o evden dışarıya atmalıydım. Fakat tüm dünyanın altında eziliyormuşum gibi hissederken, odamda, dört duvarın arasında sıkışıp eziliyormuş gibi hissetmek pek de farklı bir duygu bırakmıyordu göğsümde.

Annemin tokatının yüzümdeki izi dakikalarca yandı. Çocukken dışarıda oynadığımda ve düştüğümde dizimde açılan yaralara dokunurken, annemin dokunuşunda sihirli bir merhemin olduğunu, tenini hissettiğim zaman tüm yaralarımın iyileşmesini sağlıyor sanıyordum. Yaralarımın kabuk bağlamasının bu yüzden gerçekleştiğini zannederek büyümüştüm. Tabii sonra büyüdükçe ve fen bilgisi gördükçe, bunun nedeninin bilimle açıklandığını öğrenmiştim fakat konu bu değildi.

Şimdiyse yanağımda, bakıldığı zaman benden başka hiç kimsenin göremeyeceği bir yara olmuş gibiydi. Bunu bir zamanlar beni iyileştirebilen kadının yapmış olması ise yüreğimde daha farklı bir yarayı açıyordu. Bazı açılanları da deşerek olağan hallerinden biraz daha fazla derinleşmesine neden veriyordu.

Yatağıma oturdum. Kapım kapalı ve kilitliyken bana asla ulaşamazdı. Onu görmek bile istemiyordum, ki birinin annesi hakkında böyle söylemesi, bu denli kırgın ve kızgın hissetmesi öylesine zorluydu ki... tarifsiz bir acı damarlarımı yakıyor, sanki bileklerimi yarıyordu. Alnımı kendime yakınlaştırdığım dizlerime gömüp dakikalarca, sessiz bir şekilde ağladım.

Onun yüzünden daha fazla ağladığımı bilmesini istemiyordum. Gözyaşlarımdan haberdar olmayı hak etmiyordu.

Bir defa odama gelmişti. Ben o sırada sessizce ağlayabilmek için kendimi sıkmaktan bitap düşmüştüm. Elim yanağımdaydı, oradaki yangın geçse bile annemin tokatını hissettiğim ve başımı çevirerek saniyeler sonra onunla göz göze geldiğim an tenimi daha farklı bir anlamda yakıyor ve dağlıyordu. Bozuk bir plak, kırılmış bir film kaseti gibi aynı sahne dakikalarca aklımın içinde dönüp durdu. Dönen sahneler kalbimi kırdı.

Bu hayatta, bu zamana kadar en çok sevdiğim insandan artık vazgeçiyordum. Ve bu tamamen çarelerim tükendiği için oluyordu. Artık ne yaparsam yapayım annemi geri kazanamayacaktım. Hala babamdan da bir haber alamamıştım. Şu anda elimde ailemden geriye hiçbir şey kalmamıştı.

Kilitli kapımı sadece birkaç kez tıklattı. "Jane," dediğini duydum. Sesi soğuk ya da duygusuz çıkmaktan ziyade bana attığı tokattan pişman olduğunu belli eden bir tona sahipti. Fakat pişmanlık hissetmek şu anda pek çok şey için oldukça geç kalınmış bir duyguydu. Aksini hissedebilmek için kendimi üstelemiyordum.

Annem kapımın önüne geldiğinde adımı birkaç defa daha seslendi. Yatağıma kıvrılmış, bacaklarımı kendime çekmiştim. Sırtım pencereme dönüktü. Aralık bıraktığım camdan kış soğuğu derinlemesine sızıyordu. Sanki doğa bile vücudumu çılgınlar gibi saran öfke ateşini dindirebilmeye çalışıyordu.

İç çektim. Anneme cevap vermedim. Onun dışarı doğru verdiği çaresiz, sıkkın nefesi duyabildim. Sonsuzluk gibi uzun hissettiren bir süreden sonra -oysaki sadece birkaç saniye daha geçmiş olabilirdi- annem kapıya son kez dokundu. Ve "Pekala. Ben bu akşam büyükannende kalıyorum. Yarın eve döndüğümde lütfen konuşalım, olur mu?" dedi.

You Belong With Me || hoodWhere stories live. Discover now