Bölüm 57

1.6K 140 39
                                    

"Canım kahveli kek falan istemiyor. Nereden çıkarttın bunu?"

Kaldırımda yürümeyi bırakmama engel olmak için Cassie kolumu hafifçe çekiştirdi. Büyükannemin evine geldiğinden beri suratında ciddi anlamda sersem olarak niteleyebileceğim, hiç solmayan bir gülümseme vardı. Aslına bakarsanız kendisini gülmemek için zorluyordu da, bir yandan her ne kadar bunu gizlemek için çok uğraşsa da çabaları bir işe yaramıyordu. Ne gülmesini kesebiliyor ne de bu son verme çabasını benden gizleyebiliyordu.

"Cassie—"

"İstiyor işte, Michael'a söylemişsin."

Kaşlarımı çattım. Alnımın kırış kırış olduğunu hissedebiliyordum. "Sence canım Charlie's'de yapılan kahveli keklerden çekmiş olsaydı bunu bilirdim, öyle değil mi?"

Charlie's'e çok yaklaşmıştık. Birkaç dükkan ötemizde, tüm renkliliğiyle görüş açıma girmişti. Kapısının yanında günün tavsiyesinin yazılı olduğu ufak kara tahtanın üzerindeki renkli tebeşirli yazılar, kenarlarına süs olsun diye amatörce çizilen kahve fincanı ve kalp resimleri vardı. Yaz yaklaştığı zaman Charlie's'in sahibi Buddy, dükkanın dışına da birkaç masa ve sandalye koyardı. Normalde bu zamanlarda da çoktan masaları ve sandalyeleri koymuş olması gerekiyordu ama dışarıda günün tavsiyesinin yazılı olduğu tahtanın haricinde hiçbir şey yoktu.

Cassie, açık bıraktığı uzun, kahverengi saçlarını omuzlarının gerisine attı. Üzerinde kalın askılı, denim kumaşlı bir elbise vardı ve büyükannemin evine geldiğinde üzerimdeki pijamaları, başımın üzerinde topuz haline getirdiğim saçlarımı görünce neredeyse korkudan çığlık atacaktı. "Duyduğuma göre canın ne zamandır kahveli kek istiyormuş," deyip içeriye geçmişti. Büyükannemi ve babamı öpüp, kolumdan sürükleyerek günlerdir büyükannemin evinde kaldığım odaya doğru beni sürüklemişti. Dakikalarca giysi dolabımı karıştırdıktan sonra en sonunda omuzları açık, çiçekli, mavi renkli bir elbisede karar kılmıştı.

Elbise giymek istemediğimi, hatta dışarıya çıkmak da istemediğimi, son zamanlarda bu gibi şeyleri yapmak için fazla tembel olduğumu dile getirdiğimde Cassie gözlerini devirmişti. Elbiseyi elime tutuşturup, "Sen tembel olabilirsin ama en yakın arkadaşın değil. Giyin şimdi," demişti. Ben giyindikten sonra da saçlarımı dağınık bir mısır örgüsü yapmış, zorla gözaltlarımdaki torbaları kapatmasının ardından bir de parlatıcı sürmüştü.

"Kız kıza dışarı çıkıyoruz. Neden bu kadar huysuzsun?" dedi Cassie.

"Huysuz değilim. Canım kahveli kek istemiyor ve benimle vakit geçirmek istiyorsan evde de oturabilirdik."

Cassie yüzünü buruşturdu. Başını Charlie's'e doğru çevirip, bileğimden tutarak beni oraya doğru çekiştirmeye kaldığı yerden devam ederken, "Gerçekten... tanrım, Michael'ın kız ve kitaplarla kafayı bozmuş versiyonusun. Onu da kahrolası odasından çıkartmak çok zor çünkü video oyunları ve DJ ekipmanlarıyla çıldırmış durumda," dedi.

Şaşkınlıkla kaşlarımı havaya kaldırdım. "DJ mi?"

"Evet. Yazın New York'taki birkaç gece kulübüyle çalışmak için anlaşmış. Aslında bu anlaşmayı gruplarıyla yapacaklardı ama..." Cassie bakışlarını kaçırdı. "Biliyorsun, son olanlardan sonra hiçbiri buna sıcak bakmıyor."

Büyük bir suçluluk duygusuyla Cassie'ye belli etmeden dudağımın kenarını ısırdım. Elbette en yakın arkadaşımın amacı, grubun arasının bozulmasına neden olduğumu belirterek kendimi suçlu hissetmem değildi. Babamın geldiği gün, büyükannemle odamda yaptığımız konuşmadan sonra bu duygu durumundan kendimi her ne kadar uzaklaştırmaya çalışırsam çalışayım; bir şekilde aklıma geliyordu. Ve bazen hissettiklerinize yön veremeyebiliyorsunuz.

You Belong With Me || hoodWhere stories live. Discover now