Bölüm 8

3.1K 243 32
                                    

Evin içine girdikten sonra ayakkabılarımızı çıkartıp, girişe bıraktık. İri ellerini kapüşonlu ceketinin ceplerine saklarken son derece rahat bir görünümü vardı. Sanki çocukluktan beri birbirimizi tanıyormuşuz ve evlerimize gidip gelmeye alışmışız gibi. Bu benim için bir bakıma iyiydi, olan şeylere rağmen yanımda rahat olması yani.

Ancak neden yalnızca bir bakıma iyi olduğu kısmına gerçekçi bir açıklama getiremiyordum. Reina yüzünden miydi, yoksa benim ne yaptığımı bilmiyor olmam mıydı?

Muhtemelen her ikisi de. Muhtemelen.

Calum tam arkamdan yürüyordu. Başını çok hafif olacak şekilde öne doğru eğmişti. Parmak uçlarını parkenin üzerinde sürüye sürüye, bazen yürürken değişik hayali şekiller çizerek yürüyordu. Bunu hoş bulmuştum.

Ona nerede oturmak istediğini sormak için yürümeyi bırakıp aniden arkamı dönmüştüm. O da, başını eğerek yürüdüğü için arkamı döndüğümü tam zamanında göremedi ve bu yüzden adımlarını durdurması imkansız olmuştu. Dönerken ayağının tekine basıp, kolum göğsüne hafifçe değmişti. İkimizin de gözleri, bu beklenmedik olduğu kadar az sarsıntılı çarpışmanın ardından birbirini bulmuştu.

Calum nasıl bir çocuktu bilmiyordum. Onu belirli bir insan kalıbına sokmak mümkün değildi. Soğuk biri diyordum, ama bana karşı ters davrandığını görmemiştim. Okulda çok fazla melankolik bir duruş sergiliyordu, çok az konuşuyor ve arkadaşlarının söylediklerinin neredeyse yarıdan fazlasını dinlemiyormuş gibi görünüyordu. Fakat şimdi gözlerine böyle bakarken... melankolik havası daha çok kara bulutlara benziyordu. Gökyüzündeki güneşin önünü kapatan kara bulutlar. Ve ben o gözlere baktığımda Calum'daki güneşi bu kadar çabuk görmeyi beklemiyordum. Bazı şeyler insanlarda gizli kalmalıyken, ona baktığımda her şey gözlerinden kolayca belli oluyor gibiydi.

Ama okuduğum şeyler daha çok Mısırlılardan kalma hiyeroglif harfleriyle benzerlik gösteriyordu. Orada bir şeyler yazıyor olduğundan emindim, sadece... o alfabeyi bilmediğim için okuyamıyordum.

Bir çift kahverengi gözden bu kadar fazla anlam çıkarttığım için korkmam mı gerekiyordu?

"Üzgünüm," diye mırıldandı.

Ama geri çekilmedi.

Başımı yavaşça salladım. Hava o kadar da soğuk değildi ama, aniden birbirimize çarparken parmak uçlarım onun eline değdiği için kendi tenimi buz gibi hissetmiştim. Onun teni de sanki güneşlendiği yerden henüz doğrulmuş kadar sıcaktı.

Bir adım geriye doğru çekilirken Calum'un seslice genzini temizlediğini duydum. "Bir şeyler içmek ister misin?" diye sordum. Nedensizce iki arkadaştan çok, ev sahibi gibi olmam gerektiğini düşünmüştüm.

Yüzüme öylece bakmaya devam ederken az önce söylediklerimde yanlış bir nokta mı kaldı diye hızlıca gözden geçirmeye başladım. Zihnimi yokluyordum, ama doğru dürüst konuşmamıştık bile. Artık ev sınırları içerisinde olmama rağmen omuzlarımdan bir türlü çıkartmadığım sırt çantamın kayışlarına daha da çok asıldım.

"Gazlı şeyler çok fazla içmiyoruz ama sınırsız çay ve kahve seçeneği var," dedim gülümseyip.

"Kahve iyi bir fikir gibi görünüyor."

Başımı usulca salladım bu kez. Mutfağın yerinin nerede olduğunu bildiğini biliyordum. Bu mahalledeki evlerin neredeyse hepsi aynı mimarın kaleminden çıkmıştı ve bulunduğumuz sokaktaki evlerin hepsi birbirinin aynısıydı. Yalnızca dış cephelerin rengi zaman geçtikçe içlerinde oturan ailelerin renk zevklerine göre yeniden boyanmıştı ve bahçeler insanların bitkilerle olan yaşama biçimlerine göre dizayn edilmişti. Koskoca mahallede en çok bizim evin bahçesinde çiçek vardı örneğin.

You Belong With Me || hoodWhere stories live. Discover now