Bölüm 11

2.7K 221 37
                                    

"Kalk bakalım, saat çok geç oldu!" 

Annemin tatlı ama otoriteyle yıkanmış ses tonunu uykumun arasında işittiğimde, yastığıma tüm benliğimle sarılıp yüzüstü dönmüştüm. Bahse varım ki bütün saç tellerim birbirinin arasına karışmıştı. Yüzümün önünü tamamen kapatmış olan turuncu saçlarımı parmaklarımla arkaya doğru çekiştirirken, annem uyanmamı ve huysuzlukla çığlık atmamı sağlayacak o son vuruşu yapmıştı. 

Akşam uyumadan önce kapattığım perdelerimi açmıştı. Dolayısıyla cumartesi sabahının bütün gün ışıkları odamın içine süzülüvermişti. Zavallı gözlerimi kısarak anneme bakmak zorunda kalmıştım. Tabii, bu da yeterli olmamıştı. Elimi kaldırıp yüzümün önüne siper etmem gerekmişti. 

"Son sınıf öğrencisine bir cumartesi gününde yapılabilecek en zalimce şey budur sanırım." 

"Günaydın bebeğim." 

Annem beni öpmek için uzanmıştı ki geriye doğru çekilmek zorunda kaldım. Bunu hep yapıyordu. Neredeyse her sabah bunun isyanını yaşıyordum. Ben öğrenci ve o da bir öğretmen olduğu için evden çıktığımız saatler hemen hemen birbirinin aynısıydı. Bu yüzden her sabah alarmımdan bile önce beni uyandırıp, birlikte kahvaltı etmemiz için erken ayaklanan kişi oydu. O bir anneydi ve çocuğu güne gözlerini açar açmaz onu öpmesi gerekiyormuş gibi hissediyordu. 

"Yine ne oldu?" diye sordu. Ben mızıkçılık yapıyormuşum gibi bozuntuya vermişti. 

"Ağzım kokuyor, daha yeni uyandım." 

Annem yine o büyük, güzel ve neşeli kahkahası patlattı. Sanki söylediğim şey gerçekten bu kadar komikmiş gibi. Oysaki değildi. 

İnanın, hiç değildi. Gece uyumadan önce mutlaka dişlerimi fırçalasam bile sabah kalktığımda ağzımda nasıl böyle bir tatla uyanabildiğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Fazlasıyla mide bulandırıcıydı. Mümkünse elimi yüzümü yıkayıp, dişlerimi fırçalayana kadar sadece kendime saklamak istiyordum. 

Daha doğrusu buna mecburdum. Belki bir ara Reina Moore'u zehirlemek için kullanabilirdim. 

Ah, evet. Bunu kesinlikle yapmalıydım. 

Annem dediklerimi asla umursamadan bana sarıldı. Ben de nefesimi tuttum, beni saçlarımın arasından öpmesine izin verirken başımı sinesine yasladım. Hafif, şekerli bir kokusu vardı. Fakat kullandığı hiçbir parfümün anne kokusunu bastırmaya yetebileceğini zannetmiyorum. Sanırım bu dünyada alıp alabileceğim en güzel kokulardan bir tanesiydi. Her annenin çocuğu için kokusu farklıdır ve her çocuk, ancak kendi annesinin kokusunu bu kadar net duyumsayabilirdi bana kalırsa. 

Geri çekildiğimde annemi şık bir şekilde giyinmiş buldum. Gözlerim daha yeni yeni açılıyor, görüş açım henüz netleşiyordu. Ona kısa bir şekilde göz attığım sırada annem, "Hadi, mutfakta seni bekliyorum. Kahvaltını hazırladım bile çoktan," dedi. 

"Tamam, iniyorum şimdi."

Başını sallayıp benden önce odamdan çıkmak için kapıma doğru adımladı. Bu sırada onu çok daha gerçekçi bir şekilde inceleme fırsatı bulmuştum. Dizlerine kadar bacaklarını saran, oradan sonra da rahatça aşağıya doğru salınarak inen bir İspanyol paça kumaş pantolon giymişti. Siyahın üzerine her zaman kurtarıcı bir renk tercih ederdi. Bugünün kurtarıcı rengi çok koyu bir maviydi ve bunu şifon gömleğini giymekle tercih etmişti. Turuncu saçlarını daha önce Cassie'nin yaptığını bir gün bile görmediğim tarzda -ama doğal duran, gerçekten de son derece doğal duran- örmüştü. 

Alımlı bir şekilde yürüyordu. Kırk dört yaşında bir kadın, bir anne olmasına rağmen hala onunla gittiğimiz her yerde dikkatleri çekenin annem olduğunu bilirdim. Gençliğinde de bu böyle olmalıydı. Bir ara sadece saçlarımın turuncu olmasından kaynaklanarak babamın beni annemle çok benzettiğini düşünürdüm. 

You Belong With Me || hoodWhere stories live. Discover now