Bölüm 33

2.3K 186 134
                                    

Okuldan çıktıktan sonra anneme telefon edip, nerede olduğunu ya da eve ne zaman döneceğini sormama gerek kalmamıştı. Çünkü geçen hafta internetten sipariş ettiğim birkaç kitabın evimden teslim alındığına dair bir mesaj almıştım. Calum'la birlikte Charlie's'e gidip oturmak için sözleşmiştik, birlikte ödev yapacaktık ama bu mesajın cep telefonuma geldiğini görür görmez bunu iptal etmek zorunda kalmıştım. Bunu iptal edişimden Calum'un pek de hoşlanmadığını biliyordum. Ama buluşmamızı boş bir şey için ertelemediğimin farkındaydı.

Bu yüzden başını sallayıp 'Peki,' gibi bir şeyler mırıldanarak, eğilip yanağımdan öpmüştü. Eve kadar birlikte de yürüyemedik. Michael'ın yanına gidip bu akşam prova yapıp yapmayacaklarını sormak ve eğer yapmayacaklarsa bile ayarlamak için yanımdan ayrılmıştı. Giderken arkasından baktığımda benim nedenlerimi anlamış olmasına rağmen buluşmayı gerçekleştiremediğimiz için hala biraz morali bozuk olduğunu fark etmiştim.

Aslında buna fark etmek demek de doğru olur muydu bilemiyordum. Calum bunu gizleme gereği duyuyor gibi görünmüyordu.

Ancak ne var ki eve kadar annemi kaçırmamak için hızlı hızlı yürürken bunun üzerinde düşünebilecek fırsatım olmadı. Bir şekilde bir yolunu bulup, onun bana anlayışla yaklaşacağını biliyordum. Yine de bu olanlar, buluşmayı telafi etmeyeceğim anlamına gelmiyordu.

Calum tanıştığımızdan ve konuşmaya başladığımızdan beri hayatımda bir şeylerin hala güzel kalabildiğini ispatlamayı başaran nadir insanlardan birisiydi. Onun için değerdi.

Çantamın kayışlarına asılıp, var gücümle koşar adımlar atarak evimin yolunu tuttum. Bir yandan Calum'u okulda öylece bıraktığım için kendimi kötü hissetmeye devam ediyordum ama öte yandan da düşünmeye zorlandığım şeyler sadece annemle ilgili olan şeylerdi. Bunu çözüme kavuşturabilecek miydik bilmiyordum. Çok üstelemek doğru bir fikir miydi bundan bile emin değildim ama gitmeden önce Calum, eğer içim rahat edecekse annemle konuşmayı bir kere daha deneyebileceğimi söylemişti.

Tabii eğer sakin olmayı başarabilirsem.

Ama sakin kalmam Luke'un benimle konuşurken kullandığı o ses tonu, öfkeli bir tavırla parmaklarını sarı, kısa saçlarının arasından geçirişini, gözlerime beni pişman etmek istermiş gibi olan bakışlarını hatırladığım zaman pek de mümkün olmuyordu.

Belki de bu yüzden kendimi alevlere kapılmış, incecik, güçsüz bir çalı parçası gibi hissediyordum. Tüm vücudum öfkeyle kavruluyordu ve ben alevlerimi anneme sıçratıp; birkaç ay öncesine dek hiç konuşmadığım bir çocuğun, annemin eylemlerine bağlı kalarak beni utandırmaya çalıştığı için onu pişman etmek istiyordum. Onun yaptıklarının beni tanımlamasına izin verdiği için bir şekilde bunun yükü altında kalmasına ve pişman olup, tüm bu saçmalıklara bir an önce son vermesine ihtiyacım vardı.

Böyle söylenildiğinde kulağa gaddarca geliyorsa bile, dürüst olmak gerekirse bu saatten sonra umurumda bile değildi. Bu işi düzeltmeliydim. Babam eve ne zaman dönecekti bilmiyordum ama döndüğü zaman annem de ben de yaralarımızı sarmış olmalıydık. Eski düzenimize geri dönmüş olmalıydık ve tekrar bir araya geldiğimizde, bağlarımızı kuvvetlendirerek ellerimizi tutmayı kabul etmeliydik.

Tabii tüm bu hayallerimin gerçek olması, bugün annemle ne kadar sağlam bir konuşma yaptığıma bağlı olarak değişkenlik gösterecekti.

Nefes nefese koşarak eve gittiğimde, annemin mor renkli klasik Volkswagen arabasını garaj yolunda park edilmiş bir vaziyette buldum. Soluklarımın izin verdiğince yarım ağız gülümseyip, ön verandanın birkaç minik basamağını tırmandım. Sırt çantamdan anahtarı bulmaya çalışırken zihnimde bulmaya ihtiyaç duyduğum o net düşünceleri de, tıpkı anahtarımı arar gibi arıyordum. Aklımın içi, çantamın içine benziyordu, karman çormandı. Ve birbirine girmiş kağıt, kitap yığını arasında onlara ulaşmam biraz zor olsa da, başarmıştım.

You Belong With Me || hoodWhere stories live. Discover now