Bölüm 37

1.9K 153 86
                                    

"Lütfen, bak... gerçekten çok utanıyorum."

Calum koridorda olduğumuz süre boyunca gözlerimin içine anlamlı anlamlı bakıyordu. En sonunda buna dayanamayıp, başını geriye atarak büyük, sevimli bir kahkaha patlattığında kalbim az kalsın yerinden çıkacak sandım. Dün geceki olayı komik bulduğu falan yoktu. Güldüğü şey o değildi. Artık keşke ona gülse diyordum.

Sabahtan beri gizli gizli benim utanıp, ondan gözlerimi kaçırıp durmama gülüyordu.

"Çok şirin görünüyorsun," baş parmağının ucu kızaran elmacık kemiğimin üzerinde dolanırken "yani pek elimde değil," dedi.

"Kötüsün."

Gülüşlerini bastırabilmek için dudağının kenarını ısırdı. Ama bunun işe yaradığını söyleyemezdim. Kıkırdamaya başlaması, henüz aramıza yerleşen sessizliği anında bozmuştu.

Dün akşamdan beri yüzüm ateş parçası gibiydi. O mesaja cevap bile yazamamıştım. Cassie, gönderilen mesajı gördükten sonra cevap yazmamanın çok mu çok ayıp olacağını söyleyip beni kışkırtmaya çalışarak dakikalarca kınamıştı. Ama nafile. Onu dinlememiştim. Zaten tüm bunlar en yakın arkadaşımın tüyolarına kulak asmaya çalıştığımda olmuştu.

Yani onu dinlemek benim için hemen geri plana düşmüştü. Kendi kendimi avutmaya, sakinleştirmeye çalıştığım zorlu dakikalar sonunda Cassie, karnımın üzerinde duran telefonuma uzanmayı denedi. Calum'a edepsiz bir mesaj göndererek cevap yazacağını söylemişti. Uzandığım yerde doğrulup işaret parmağımı uyarıcı bir tavırla Cassie'ye doğrulturken saf gibi "Mesajı senin yazdığını belli et o zaman," demiştim.

Bunu söylediğimi duyan Cassie, boynunu bile kıpırdatmadan, sadece göz kürelerini bana doğru çevirirken kaşlarının tekini soru sorar gibi kaldırmıştı. Bakışlarında ciddi misin? dercesine bir anlam taşıdığını görebiliyordum. Oysaki ciddiydim, neden beni terslermiş gibi baktığını anlamamıştım.

Ta ki, Cassie'nin bahsettiği edepsiz mesajdan kastının; sanki Calum'a cevap veren kişi benmişim gibi davranarak ateşli sözcüklerden oluşan bir cümle yazıp göndermek olduğunu anlayana kadar.

Yazmayı düşündüğü mesaj tam olarak şuydu:

"Belki üzerimdeyken görmek istersin. Veya... birkaç saniye sonra çıkaracaksan giymeme bile gerek yok, ne dersin?"

Bunu yapmasına izin vermedim tabii ki. Gerçeği anladığım anda Cassie'nin üstüne neredeyse bir kapan gibi atlayarak onu kıstırıp, cep telefonumu hain planlar kurduğu zihninin oyunlarından kurtardım. Geceleri uyurken telefonumu komodinimin üzerine bırakmama rağmen bu kez yastığımın kılıfının arasına sıkıştırmak zorunda kalmıştım. Cassie rahat duracağını söylese bile ona bu konuda güvenmemi bekleyemezdi. Özellikle her şey onun başının altından çıkmışken, asla.

Bir de bunu yazıp göndermesine göz yumduğumu düşünemiyordum. Kırmızı renginin benim cilt tonumda vücut bulması muhtemeldi.

Fakat böyle bir şey sahiden de olsaydı, yani, Cassie o mesajı sanki ben yazmışım gibi yazarak Calum'a gönderseydi de, onun okuduklarına inanabileceğini hiç sanmıyordum. Utangaç biri olarak o flörtöz kelimelerin benim parmak uçlarımla yazıldığına inanmasının imkanı yoktu. Belki de yalnızca gülüp geçerdi.

Ah, bu kadar utangaç olmaktan nefret ediyordum.

Sırtımı kimya sınıfının kapısının yanındaki duvara yaslamış, küskün bir şekilde Calum'un bitmek bilmeyen kıkırdayışlarını seyrediyordum. Bakışlarımı küskün olarak nitelediğime bakmayın, o kadar güzel gülüyordu ki kalbim her an yerinden çıkıp midemin içine düşerek o berbat asitin içinde yok olabilirdi. Ellerimle karnıma bastırdığım kalın ciltli organik kimya kitabımla karnıma yediğim görünmez yumruklardan kendimi sakınıyordum.

You Belong With Me || hoodWhere stories live. Discover now