Bölüm 49

1.7K 132 125
                                    

"Jem," dedim, "melez çocuk ne demek?"

Luke masmavi gözlerini yüzüme dikmiş, pür dikkatle hem beni dinliyor hem de gözlerini bile kırpmadan yüzümü izliyordu. Bakışları bazen ellerimin arasında tuttuğum Bülbülü Öldürmek'e kayıyordu. Ama kitaba olan bakışları en fazla iki saniyeydi, sanırım o da odağını toplamak için yaptığı bir şeydi. Gözleri yeniden benim mimiklerimi, kirpiklerimi, hatta ve hatta elmacık kemiklerimle burnumun üzerine hafifçe serpiştirilmiş çilleri bulduğunda sırtıma sopa bağlanmış gibi duruşum dikleşiyordu.

Çünkü bakışlarında bir türlü çözemediğim, beni böyle gerilmeye zorlayan bir şeyler vardı. Onunla ilk kez yalnız kalmıyordum. Fakat ilk yalnız kaldığımız andan daha beter bir gerginlik taşıyordum ve kütüphaneye gelip bu masaya oturduğumuzdan beri bunu bir türlü dinginleştirememiştim. İnsanların yanında rahat davranabilmem alışma süreme bağlı olarak gelişen bir şeydi ve Luke'a alışmam, en az Michael ve Ashton'a alışmam kadar kolay olmuştu. Üstelik onlar arkadaşımdı. Luke'un arkadaşım olmasının yanı sıra bir de onunla bir sahte bir sevgililik oyununu oynuyordum.

Gerçi... son birkaç gündür bunu sürekli erteliyordum. Buluşmalarımızı en azdan giderek hiçe indirmiştim. Ve bu istemsizce yaptığım bir şeydi. Luke'un bundan rahatsız olduğunu bilmeme rağmen bir şekilde onu atlatıp buluşmuyordum.

Bunun sonunun nasıl geleceğini bilmiyor oluşum da cabasıydı.

Seçmeli İngiliz edebiyatı dersimizden sınav olacaktık ve sınavımız, Bülbülü Öldürmek'le ilgili bir sınavdı. Bu kitabı okumazsanız sınavda size sorulan hiçbir soruyu da yapamazsınız. Teorik bilgilere çalışmak keyifli gelse de, kitap okumak ve okuduğumuzla ilgili sınav olmak kadar keyifli gelmiyordu.

En azından benim için.

Kitabı bir hafta önceden bitirmiştim ve hakkında gerekli araştırmaları yapıp, sınavdan önce detaylarını tekrar edebileyim diye özetini çıkartmıştım. Her şeyim hazırdı. Yarınki sınav için endişe edecek hiçbir şeyim yoktu.

Luke ise bugün biyoloji dersimden çıktıktan sonra beklenmedik bir şekilde yanımda bitip, koridorda yanıma geldi. Sınava çalışmadığını, çünkü kitabı okumadığını, hatta kapağını bile açma zahmetine girmediğini ve bu konuda ona benden başka hiç kimsenin yardım edemeyeceğini tek solukta söylemişti.

Calum bu konuşma sırasında hemen yanımda duruyordu. Birlikte teneffüse çıkmak üzereydik. Konuşma boyunca Luke'a ters ters bakmasını geçtim, çocuk daha koridorun başındaki merdivenlerin yarı basamağında görünür görünmez öfkeyle gerildi. Luke'a belli etmemeye çalışarak nazik, yumuşak bir uyarıyla Calum'a bakmıştım. Bir terslik yapmasını istemiyordum, her ne olursa olsun. Çünkü o öyle biri değildi. Ve ben de değildim.

Dolayısıyla isteksiz de olsa Luke'a ders çalıştırmamı sadece kütüphanede olmamız şartıyla kabul etmişti. Onun evine gitmemi ya da Luke'un benim evime gelmesini istemiyordu. Hem de hiçbir şekilde. Bu durumdan -bahsettiğim şey sık sık arada kalıyor olmamdı- hoşlanmıyor olmama rağmen, vaziyetin buna dönüşmesi biraz da benim yüzümdendi.

Gözlerimi orta boyuttaki bir puntoyla yazılmış olan sözcüklerden kaldırıp Luke'a baktım. Benimle göz göze gelince, gizli bir şey yaparken yakalanmış olmanın verdiği suçluluk duygusuyla yanakları kızardı. Belli etmemeye çalışıyordu ama ceketinin kollarını sıyırıp, parmaklarını altın sarısı, kısa saçlarının arasından aceleyle kaydırırkenki hali tüm esrarı ortaya döküyordu.

"Beni dinliyor musun?" diye sordum.

"Hı-hım," sorumdan sonra vakit kaybetmeden başını salladı, "Jem'e melez çocuk ne demek diye sormuştu."

You Belong With Me || hoodWhere stories live. Discover now