Varoluş

351 20 19
                                    


*

Sigara dumanını yüzüme doğru üfleyip alaycı bir tavırla "Bebek nerde Selim" dedi . Bebeğin varlığını bile unutmuştum en son Ayda ile Ece bakıyordu . Kısa bir süre beynimi zorladıktan sonra Ayda ve Ece'nin geldiği sıra yanlarında bebek olmadığını hatırladım . Büyük ihtimalle bebeği eve bırakmışlardı . Fakat hesaba katmadığım bir şey vardı , bizde bir bebeğin olduğunu nereden biliyordu . Gözlerinin içine bakarak "Neden böyle bir şey sordun , madem hakkımızda her şeyi biliyorsun bunu da bilmen gerekirdi "dedim ve yüzünde ki alaycı tavrı birden ciddileşti . Sigarasını ciğerlerinin en içine kadar çekti ve dişlerini sıkarak " O bebek benim çocuğum" dedi. Beynimden vurulmuşa dönmüştüm , bunların hepsi bir şaka olmalı diye geçirdim içimden , biz bu adamın bebeğine mi sahip çıkmıştık bu zamana kadar . Neden kaldığımız evin kapısına bırakılmıştı o zaman , beynimde cevaplanması gereken bir sürü soru vardı . Zar zor yutkunarak " Senin çocuğun mu " diyebilmiştim . Kafasını yere eğerek sigarasından son kez çekti ve gözünden akan yaşla beraber " Evet " dedi .

*

Bağlı olduğum sandalyenin hemen yanına bağdaş kurup oturduğu sırada kafam iyice karışmaya başladı . Kafasını kaldırıp yüzüme baktı ve derin bir iç çekerek konuşmaya başladı . " Selim öncelikle şunu bilmelisin ki burası sandığın gibi bir yer değil buradan çıkamazsın". Her ne kadar güçsüz düşsem de kendimden emin olduğumu belirtmek adına yüzüne gülerek baktım . Bu hareketim onu sinirlendirmiş olacak ki yüzünde ki ciddiyet yerini öfkeye bıraktı , ayağa kalkarak " Ne zannediyorsun lan sen burayı, ormanın derinliklerinde bir kulübenin içinden bir tünele gireceksin düşmanlarımla birlik olacaksın ve bebeğimi kaçıracaksın. Farkında değilsen söyleyeyim sana buradan çıkmak senin için hiçte kolay olmayacak". Çocuğunu kaçırdığımı zannediyordu onu kurtardığımızdan haberi yoktu. Gözlerindeki sinirden evladını ne kadar çok sevdiği gayet anlaşılıyordu. Kendi kendime düşünürken"Kim evladını sevmez ki" diye fısıldadım, yüzünü yüzüme yaklaştırarak "Ne konuşuyosun kendi kendine Selim ,kafayı mı yedin yoksa. Çocuğumun yerini söylemeden delirmene izin veremem" diye öfkeyle kükredi. Kendimden emin ve sert bir ses tonuyla konuşmaya başladım "Adını, ne olduğunu, ne yaptığını bilmiyorum ve bizi burda neden tuttuğunuda. Tek bildiğim birşey var oda sevdiğim insanlar için herşeyi yapacağımdır, gözümü kırpmadan canımı veririm onlar için ve sen o canlardan birisini yakarsan , can veren ben değil sen olursun." Afallayarak suratıma bakan adamın az önceki tavrından eser kalmamıştı.Gözlerimi kısarak tekrar girdim"Ayrıca kimsenin çocuğunu kaçırdığı yok , biz kulübeyi bulduktan sonra dönüşüm sırasında bir kadın kucağında bebekle kapıyı çaldı . Bebeği içeri alarak temizledik ve karnını doyurduk ama kadın dönüşmeye çoktan başlamıştı bile öldürmekten başka yapacağımız hiç bir şey yoktu." Az önce işkencelerden işkence seçtiren o koca adam şimdi şaşkınlığını yüzünden atamıyordu . Boş boş yere baktıktan sonra "Hayır hayır öyle olmadı sen ve diğerleri karımı kaçırdınız çocuğumu kaçırdınız , onları öldürdünüz . Yalan söylüyorsun inanmıyorum sana." Mükemmel şimdi hem seri katil hemde ruh hastası birisiyle uğraşacaktık . İkna edilecek gibi olmadığını düşündüğümden ya ölümü ya da kurtarılmayı beklemekten başka çarem yoktu .




Ayda'nın ağzından

Hayatımda yapabileceğim en büyük ahmaklığı Selim'in sözünün dışına çıkarak yapmıştım. İyiliğimi istediğini biliyordum fakat orada öylece elim kolum bağlı oturmayada hiç niyetim yoktu. Biz gelmeseydik her şey çok daha farklı gelişebilirdi ama artık olan olmuş biten bitmişti. Aslında şunu söylemek gerekirse biten tek şey benim hayatımdı, Selim'i bir daha göreceğimi zannetmiyordum aksine onun beni görmek isteyeceğinide zannetmiyordum. Bana söylenen şeyleri yapmamış üstüne üstün birde kendi kafama göre hareket etmiştim. Ben cidden salağın tekiyim diye kendi kendime söylenirken ufak bir kapı çarpma sesi duydum, sesin geldiği yöne doğru kafamı çevirecekken bütün vücudumun ağrıdığını hissettim . Değil kafamı çevirmeye parmağımı kaldıracak derman bulamıyordum kendimde, fena bir şekilde hırpalanmıştım anlaşılan ama garip olan taraf hiç bir şey hatırlamamam. Etrafıma boş boş bakınıp gözlerimin tekrar kapanacağı sırada fısıltı olarak birisinin adımı seslendiğini duydum. Ellerim ve ayaklarım bağlı değildi, biraz sarsılıp kendime geldiğim sıradan sesin sağ taraftaki karanlık bölgeden geldiğini anladım. Zor da olsa oturtulduğum sandalyeden güç alarak ayağa kalktım ve korku içinde sese doğru gitmeye başladım. Yürümeye devam ederken ses çok aşırı boğuk bir şekilde tekrarlanıp duruyordu. Kimden geldiğini oraya gitmeden anlayamayacaktım. Yürümeye başladıkça etrafımı daha rahat görmeye başladım, eski hastane ortamlarını andıran bir yerdi burası. Odanın en ufak köşesi bile yeni teknolojiye ayak uydurmamış tahmini 70-80 sene geriden geliyor gibiydi. Her bir geçen salise bile kalbimi 10 kat daha hızlı atması sağlıyordu. Sesin geldiği yere yaklaştığımda durdum ve tavandan yere kadar uzanan perdeyi yavaşça aralamaya başladım.





~~
Kafasını duvarlara vurup anlam veremediğim bir şekilde kendisine zarar vereli tam 3 saat olmuştu. Ciddi anlamda psikolajik sorunları vardı ve bu bizim için hiçte iyi birşey değildi. Yaptığım konuşma sonrasında kendiside dahil olmak üzere yabancı adamları sanki canlı bombaymışım gibi yanıma 1 metreden fazla yaklaşamıyordu. Hoşuma gitmiyor değildi fakat hâlâ elim kolum sandalyeye bağlı oturuyordum, olağan dışı bir şeye karşı asla tepki veremezdim. Uzun bir bekleyiş sonrasında nihayet kapının açılma sesiyle beraber bütün gün boyunca sahibini bekleyen süs köpekleri gibi kafamı yukarı kaldırdım. Karanlıklar içerisinde yavaş ve temkinli bir şekilde bana doğru gelen kişi Ali'den başkası değildi. Ali'nin yüzünü gördüğüme bu kadar sevineceğimi bilmiyordum ama denize düşen yılana sarılır misali zoraki gülümsemesine karşılık verdim. Üstüne taze bulaşmış kandan anlaşıldığı kadarıyla onu tutan korumaları etkisiz hale getirmişti, bu da fazla zamanımızın olmadığını gösteriyordu. Yanıma kadar gelip cebinden çıkardığı çakısıyla ipleri kesti ve sessiz bir şekilde "Artık Komutan yok tek başımıza kaldık" dedi. Ne kadar üzüldüğünü biliyordum fakat kaçma planları yapan Komutan ve kendisinden başkası değildi. Anladığımı göstererek kısa bir şekilde başımı aşağı yukarı salladım. "Hadi gidelim diğerlerini bulalım" dediği sırada gözlerinin dolduğunu fark ettim. Yavaş bir şekilde kapıyı açarak Ali önden ben arkasından diğerlerini aramaya başladık. Gece saatleri olduğundan ve bulunduğumuz bu devasa deponun fazla penceresi olmadığından etraf çok loş ve karanlıktı, fazla göze çarpamamız için bu bulunmaz bir nimetti fakat başımıza gelecek tehlikeleride göremeyebilirdik. Ali buranın 3 katlı olduğunu yaklaşık 40 veya 45 tane odası olduğunu söylemişti, gördüğümüz her odayı dinledikten sonra giriyor askerleri ve arkadaşlarımızı arıyorduk. Koridorun sonuna kadar geldiğimizde bodrum kata inen merdiveni gördük, ne yapacağımız hakkında ikimizinde en ufak bir fikri bile yoktu. Biraz düşündükten sonra Ali'nin suratına bakarak "Bana soracak olursan inelim gitsin öleceksek adam akıllı ölelim" dedim ve Ali'nin önüne geçerek merdivenleri teker teker inmeye başladım. Tahminimce 30 basamaklı çok dik bir merdivendi. Son basamaklarına geldiğimde merdiven bitişiğinde elinde silahı olan bir karaltıyı görmemle duraksamam bir oldu. Yine yakalanmaya hiç niyetim yoktu, en azından saldırmamız denememiz gerekiyordu. Karaltı silahın tetiğini çekip "Ellerinizi başınızın üstüne koyun ve sırtınızı duvara yaslayın." dediğinde sesin sahibinin kim olduğunu anladım.

Zombi Salgını (Düzenleniyor) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin