27

7.1K 469 108
                                    

"Kimse var mı?! Kilitli kaldım, lütfen birisi kapıyı açsın! Sesimi duyan yok mu?!!" diyerek kapıyı yumruklamaktan acıyan elimle tekrar vurdum kapıya.

Siz şimdi diyeceksiniz ki, ne oldu böyle iki dakikada?

Anlatayım. Zaten görünüşe göre bol bol vaktim var.

Bugün Ece'nin isteği üzerine lunaparka gelmiştik. Tatil olduğu için evde boş boş oturmak istemedi, bende takıldım peşine.

Oldukça fazla bir süre devâsâ oyuncaklarla ilgilendik, ve haliyle acıktık. Lunaparkın sakin bir köşesindeki banklardan birine oturunca Rüzgar bize dönerciden tavuklu döner almaya gitti. Bizde onu beklerken tuvalete gitmek istedim. Buraya oturmak için giderken elinde meyve suyu olan bir kız yanımdan geçecek iken sakarlığı tutmuştu, ama neyseki üstün reflexlerim sayesinde sadece elime dökülmüştü. O da üzerime dökülmesin diye engellemek içindi.

Sonrasındaysa elimdeki o yapış yapış his sinirimi bozmuştu ve elimi yıkamak için ayağa kalkınca Ece'nin bakışları bana döndü. Kısaca ona elimi gösterip tuvalete doğru yürümeye başladım.

Söylene söylene elimi yıkarken BUM!

Kapı birden kapandı, ve ardından gelen kilit sesi...

Kapıya koşup açmaya çalıştım ama kilitlenmişti. Elimi vurup bağırmaya başladım ama lunaparktaki yüksek gürültü yüzünden kimsenin beni duyduğunu sanmıyordum.

Telefonum bu sabah garip sesler çıkararak kapanmıştı, oysa düne kadar gayet de normal çalışıyordu. Yine de bu teknolojiden fazla anlamadığım için bozuk telefonumu evde bırakmış ve yakın bir zamanda onu telefoncuya götürmeyi kafama yazmıştım. Oysa ki şu an hiç ihtiyacım olmadığı kadar ihtiyacım vardı o telefona. Telefonla Ece'yi veya Rüzgar'ı arayıp tuvalette kilitli kaldığımı, ve yetkili birisini bulup beni buradan çıkarmalarını söylemekti. Allahtan klostrofobim veya kapalı alanlarla ilgili bir sorunum yoktu.

Kimsenin beni duymayacağını anlayarak kapının yanındaki duvara sırtımı dayayarak oturdum ve dik dik karşıya bakmaya başladım.

Nereden baksam 20 dakika olmuş olmalıydı. Ece ve Rüzgar biraz sonra benim yokluğumu fark edecek ve beni aramaya başlarlardı. Belki de umursamazlar ve tavuk dönerlerini yemeye devam ederlerdi. Bende burada kilitli kalmaya devam ederdim. Belki bir otuz yıl sonra ölmüş ve iskelete dönüşmüş bedenimi bulurlardı. Sonra da bir Shakespeare özentisi gelir ve kafatasımı eline alıp "Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu." derdi.

Hayır hayır, onlar beni bulacaklardı eminim. Yokluğumu fark edince ilk bakacakları yer burası olmalıydı. Ece'ye nereye gideceğimi söylememiştim ama elimi göstermiştim. Mantık olarak ellerimizi de lavaboda yıkardık yani. Bu kadarını da düşünebilirlerdi bence.

1 saati aşan bir süre sonunda beynim zonklamaya başlamıştı. Stres, üzüntü veya sinir gibi duyguların belirtileri tetikleyeceğini ve bu gibi kötü hislerden uzak durmamı söylemişti doktor. Ben ise hayatımdaki aksiyonu yaşıyordum şu an. Tamam bu aksiyona kısaca tuvalette kilitli kalmak da diyebiliriz ama olsun. Bir Jack Sparow kadar olmasa da aksiyon aksiyondur.

Gözlerimin önünde siyah benekler oluşmaya başlarken bedenimin uyuşmaya başladığını hissediyordum. Artık soğuk fayans yüzünden buz tutmuş totomu bile hissetmemeye başladım.

"İçeride kimse var mı?" diyen Ece'nin sesini duymamla birlikte halsizce gülümsediğimi hatırlıyorum. Biliyordum. Onlar beni bırakmazlardı.

"Ece." dedim güçsüzce. Onun duymamış olma ihtimaline karşı daha yüksek çıkarmaya çalıştım sesimi. "Ece."

"Rüya? Neredesin kızım sen iki saattir? Açsana kapıyı, niye kilitliyorsun?" derken sesinde hafif bir kızgınlık hissettim. Gülümsedim ama başımdaki sızı daha da arttı. Bedenim sağa devrildi. Kapı, ayaklarımın hemen yanında kalıyordu şimdi.

"Rüya iyi misin?" dedi bu sefer cevap vermeyişimden endişe duyarak. "Rüzgar! Rüya burada!!"

Kısık gözlerimle  hemen önümde duran sağ elime baktım. Hareket ettirmek istedim ama olmadı. Emrime itaat etmedi parmaklarım. Bilincim açık olsa da, açık kalmaktan yorulan göz kapaklarım kapandı.

"Rüya?" diye adımı seslenen ses, bana zeminin soğukluğunu, soğuktan acıyan bedenimi unutturdu. Aylarca onu sesini dinleyebilirdim sanki.

"O iyi değil." dedi Ece. "İlk geldiğimde bana seslendi ama sonra hiç konuşmadı. Neler oluyor Rüzgar?"

Kapıya vuran sert bir tekme...

"Rüya!"

İkinci tekme...

Üçüncü..

"Rüya biraz daha dayan."

Ve omzuyla vurdu kapıya. Kirişlerin çatırtısını duydum.

"Rüya hadi konuş benimle, ses ver."

İkinci omuz darbesi...

Üçüncü, ve ardından devrilen kapının gürültülü sesi. Bana doğru koşan adım sesleri.

"Rüya!"

Yüzüme dokunan iri el. Rüzgara has o güzel ekmek kokusunu hissettim.

"Hadi bana bak güzelim. Aç gözlerini."

Açamadım.

Özür dilerim.

Açamıyorum.

Rüzgar beni kucağına alarak beni sarsmadan hızlı adımlarla yürürken Ece'nin kırgın sesini duydum.

"Rüzgar ne oluyor?!"

Ağlıyordu.

"Arabayı aç Ece. Anahtar ceketimin sol cebinde."

Bilincim kayar gibi oldu. Rüzgar'ın omzunda son bir gayret diye duran başım düştü geriye doğru. Karnımdaki elim boşlukta sallandı. Beni tutan tek şey, o iki koldu ve sanki onlar da olmasa ben dünya ile bağlantımı koparacaktım.

"Hayır hayır hayır." dediğini duydum Rüzgar'ın ağlamaklı sesiyle. İçim öyle bir acıdı ki, bağırmak istedim. Ağlama demek istedim sevdiğim adama. Sevdiğin burada demek istedim.

"Bana bunu yapma Rüya." dedi tekrar kırılgan bir sesle. "Beni yaşarken öldürme."

Alın ulen, uzun bölüm yazdım ilk defa:D

Tümör《Final》जहाँ कहानियाँ रहती हैं। अभी खोजें