44

6K 416 46
                                    

Ben küçükken ne zaman kayan bir yıldız görsem, annem bana bir dilek tutmamı söylerdi ama ben kendimi bildim bileli, ne istediğini bilemeyen bir çocuktum.

Ve ben de gökyüzüne doğru fısıldardım.

Bana kalbimdekini ver...

Meğer, tanımadan sevmişim ben Rüya'yı. Küçük yaşta düşmüş minik kalbime. Ben bir çocuğun sevebildiği kadar severdim insanları.

Ama kimse, en güzel sevenin çocuklar olduğunu bilmezdi.

Bir çocuğun, annesine olan bağlılığını göremediği gibi...

Rüya'nın bulunduğu odanın camına yasladığım başımı kaldırmadan, kapının yanındaki koltuğa oturmuş olan Yiğit'e hitâben konuştum, ağlamaktan kısık çıkan sesimle.

"Kaç saat oldu?"

"Neye göre kaç saat?" dedi ve kısa bir duraksamadan sonra konuşmaya başladı tekrar. "Rüya ameliyattan çıkalı dokuz saat, Rüya'yla konuşmama süreniz yirmi sekiz saat, senin uykusuz geçen süren kırk üç saat oldu. Başka sayayım mı?"

"Hayır." dememe rağmen tekrar konuşmaya başlasa da umursamadan Rüya'nın solgun bedenine bakmayı sürdürdüm.

Hadi uyan artık Rüya. Kalbim seni, ciğerlerim kokunu, elim elini, gözlerim gözlerini özledi.

Ben seni özledim Rüya'm.

En çok da uzaktan kalbime dokunan kalbini özledim.

Şu an buna çok ihtiyacım var..

Lütfen...

Uyan artık..

"....ve sen yemek yemeyeli otuz saati baya geçmiş. Lan bir şeyler yesene..."

"Seni dinlemediğimin farkında mısın?" dedim düz sesimle. İçimdeki acı, diğer duygularımdan besleniyordu sanki.

Duygularım bitkin düşmüştü..

Ben bitkin düşmüştüm..

Ama insanı böyle geçen günlerde ayağa kaldıran en büyük hissin, umut olduğunu öğrenmiştim. Şu an ayakta olmamın, ve hâlâ umutla onun uyanmasını beklememin asıl nedeni de buydu belki, bilemiyorum.

Ben hâlâ kabullenemiştim sanırım..

Ben hâlâ onun benden gidebileceğini kabullenememiştim.

O sırada makinalardaki ne olduğunu anlayamadığım değişimle birlikte koridorun sonunda buraya doğru koşan doktor ve hemşireleri görmüştüm. Tam o anda bu zamana kadar hissetmediğim bir acı düştü içime. Önüne geleni ezdi geçti. Duygularımın benden bir bir koparıldığını ve yerine acı, öfke ve hüzün koyulduğunu hissettim. Öyle ağırdı ki...

Öyle ağırdı ki, pes etmek istiyordum artık.

Daha fazlasını kaldıramayacaktım çünkü.

Doktorlar hızla odaya girerlerken hemşirelerden biri, perdeyi kapattı.

Kapıya yöneldim hızla.

İyi olduğunu görmem gerekiyordu.

İyi olduğunu bilmem gerekiyordu.

Kötü olamazdı o! Öyle bir ihtimali yoktu onun!

İyileşecekti.

İyileşecekti ve ben ona çorba yapacaktım...

İyileşecekti ve biz beraber pamuk şekeri yiyecektik..

Odaya giyecekken beni tutan ve girmeme izin vermeyen Yiğit'i itsem de o bana sarılıp içeriye girmeme engel olmuştu. Neden böyle yapıyordu ki? Onu görmesem daha kötü olacağımın farkında değil miydi?

"Rüzgar sakin ol!"

"NE SAKİNİ!" dedim onu iterek. İstemsizce dolan gözlerimle baktım yüzüne. "ÖLÜYORUM ABİ SAKİN OLMAK BENİM NEYİME!!"

"Görmüyor muyum sanıyorsun?" dedi güçsüz bir sesle. "Kardeşimsin lan sen benim! Ben anlamıyor muyum içinde olup bitenleri?"

Anlayabilir miydi ki?

Anlayamazdı...

Kaybetmeyen hiçbir insan anlayamazdı içimdekileri...

Kaybetmekten böylesine korkmayı...

"Bittim ben." dedim dizlerimin üstüne çökerek. Yer çekiminin üzerimdeki etkisini hissedebiliyordum. Bedenim öyle ağır geliyordu ki, taşımak benim için işkenceden beter hâle gelmişti.

Yiğit ise sadece sarıldı..

Bu bile içimde nefes almamı engelleyen ağırlıkların hafiflemesinde yardımcı oldu.

Babannem insanların iki kolu olma nedeninin, diğer insanlara sarılmak olduğunu söylerdi ben küçükken.

Sarılınca acılar paylaşılırdı çünkü...

"Doldum abi..." dedim bende ona sarılarak. "Çok doldum ama taşamıyorum."

"Biliyorum." dedi sessizce. "Biliyorum."

Bir süre öyle kaldık.

Bana sarılınca oksijen cihazına bağlanmış gibi hissettim bir an. Eskisi gibi değildi ama, nefes alabiliyordum hic değilse.

Ama yine de Rüya uyanmadan içimdeki acı son bulmayacaktı.

Ama o...

O eğer...

Eğer..

Kötü bir şey olursa, ben daha fazla dayanamazdım yaşamaya.

Küçük yaşta kalbime düşen kadındı o.

Tanımadan sevmeye başladığımdı o.

Kilometrelerce öteden kalbime dokunandı o..

Daha nasıl anlatılırdı ki içimdekiler?

İçimdekileri anlatmaya yetecek kelimeler var mıydı ki?

Öyle kelimeler üretilmiş miydi ki?

Bir kapının açıldığını belli eden sesle birlikte Yiğit'i bırakıp sesin geldiği yöne çevirdim başımı. Yiğit de o yöne dönerken odadan çıkan doktorla birlikte ayağa kalktım hızla. Bu âni kalkıştan dolayı gözüm kararsa da umursamadım.

"Gözünüz aydın." dedi doktor gülümseyerek. "Hasta uyandı. Arkadaşlar onu normal odaya alacaklar şimdi. Biraz sonra hastayı fazla yormamak şartıyla onu görebilirsiniz."

Ve içimden büyük bir yük kalkınca anladım, duyguların ne kadar ağır olduğunu. Ayaklarım yere değmeyecek gibi olmuştum içimde.

Derin bir nefes alıp verdim doktorun bu sözlerinden sonra.

Nefes alabiliyorum Rüya'm.

Teşekkür ederim, gözlerini açtığın için.

Teşekkür ederim, yeniden nefes almamı sağladığın için.

Teşekkür ederim, beni bırakmadığın için..

Odadan çıkarılan sedye üzerinde yatan Rüya'yı görmemle ona doğru ilerlemek için öne atsam da, bacaklarımda olmayan güç yüzünden adım atamadım.

"İyi misin?" diyen Yiğit'in sesini suyun altından duyuyormuşum gibi gelse de, beynim o kadar ağır işliyordu ki olanlara bir anlam veremiyordum. Son gördüğüm bana bakan yorgun bir çift mavi gözle birlikte gülümsemeye çalışırken bedenimi hissedemedim.

"Rüzgar!?"

Yere düştüm sanırım. Hissedemediğim için emin olamıyorum ama Yiğit tuttu sanırım beni.

Ama olsun..

Rüya iyi ya, bu bana yeter.

Onun mavileri dokundu ya kalbime..

○●○●○●

Tümör《Final》Where stories live. Discover now