33

6.5K 628 49
                                    

Bazen bazı uzuvlarımı hissetmiyor, bazen dehşet verici baş ağrıları çekiyordum. Konuşmakta bile zorlandığım anlar oluyordu, bazı kelimelere dilim dönmemeye başlamıştı. Unutkanlıklarım oluyordu fazlaca. Bir ara Ece'nin ismini bile unutmuştum. Kendimi unutsam bu kadar acıtmazdı.

Kısacası, son günlerde hiç iyi değildim ben.

Son krizin ardından 3 gün geçmişti, hani şu deli gibi "DEĞİLİM!" diye bağırdığım günden bahsediyorum. Neden öyle bağırdım, onu da bilmiyordum. Hayriye de anlatmıyordu birşey.

Kucağımdaki traş makinasına baktım düz ifadeyle. Saçlarımı seviyordum. Onları okşayan bir annem olmasa da, Rüzgar çok severdi saçlarımı. Kesmek istemiyordum ama saçlarım dökülmeye başlamıştı, ve kendi kendine kopan saçlarım başımı acıtıyordu.

Hayriye bile sessizdi bugün. Koltuğa oturmuş sessizce dışarıyı izliyordu. Düşüncelerimi duyduğunu biliyordum ama yine de buna tepkisiz kalabiliyorsa, dalgın veya üzgün olmalıydı.

Tıpkı benim gibi.

Odanın kapısı yavaşça aralandığında elindeki tabldotla Rüzgar girdi gülümseyerek. Tabldotu tekerlekli masaya koyup masayı benim yanıma sürükledi.

"Zayıflamışsın bayağı. Annem görseydi çırpı gelin diye dalga geçerdi seninle." diyerek yanıma oturduğunda gözleri kucağımdaki traş makinasına kaydı. Adem elmasının hareket ettiğini gördüm.

"Bak." dedi gözlerini kucağımdaki makinadan kaçırıp tabldota çevirirken. "Mercimek çorbası yapmışlar, sen çok seversin."

Gülümsedim.

"Senin yaptıkların daha güzel oluyor."

"Sen bir iyileş, her gün çorba yapacağım sana." derken buruk ifadesini gizlemeye çalışan bir gülüş yerleşti yüzüne. "Bak benim gibi koca herkese nasip olmaz. Evlensek mi?"

"Olur." dedim onun gibi gülümseyerek. "Ben okulu bitirince evleniriz."

"Ohooo. Senin okulu bitirmene beş sene var. Bende 21 yaşındayım. Evlenirken 26 yaşında olurum, 5 sene sonra çocuk doğdu desek etti 30. Çocuk 10 yaşına gelince ben 40 yaşında yaşlı dede olurum. Olmaz, çok gecikmeden evlenelim biz." dedikten sonra kalkan kaşlarıma baktı. Böyle konuşması çok hoşuma gidiyordu. Sanki ben hiç hasta olmamışım, herşey yolundaymış da tek sorunumuz yaşlanmakmış gibi konuşuyordu. Sanki ben hiç ölmeyecekmişim gibi konuşuyordu.  "Neyse. Hadi aç ağzını." diyerek çorbadan bir kaşık alıp ağzıma götürürken şaşkın bir ifadeyle baktım ona.

"Saçmalama Rüzgar, kendim yerim."

"Aç kız ağzını. Ben yedirmek istiyorum." diyip kaşığı dudaklarıma değdirince ağzımı açtım. Ağzıma çorbanın nefis tadı yayılırken Rüzgar, kase bitene kadar bana çorba içirdi.

Rüzgar tabldotu yemekhaneye bırakmak için dışarıya çıktığında tekrar bakışlarım kucağımdaki traş makinasına kaydı.

Ben şimdi nasıl söyleyecektim Rüzgar'a saçlarımı kesmesini?

Canı çok yanar mıydı?

Canım çok yanar mıydı?

Başımın dönmesine aldırmadan kenardaki sandalyelerden birini prize yakın bir yere çekip traş makinasını prize taktım ve sandalyeye oturup bekledim.

Boğazımda bir yumru, elimde bir traş makinası, yüreğimde bir sancı...

Bir şarkının umutsuz satırları gibiydi.

Dinlesem bu kadar yakmazdı içimi.

Odaya girdi sessizce.

Ellerim arasındaki makinaya baktı, onun da içi yandı.

"Saçlarımı keser misin?" dedim kehribar gözlerine beklentiyle bakarak. O yapmazsa kimse yapmazdı bunu. O yapmalıydı. Gerçeği kavramalıydı düşünceleri. Ölümüme alışması gerekiyordu. İleride daha fazla üzülmemesi için bu sarttı. "Saçlarım koparak dökülürken canım acıyor."

Sessizce geçti arkama. Elleriyle tuttu saçlarımı. Öptü, kokladı.

İçim gitti...

Gözlerimden birer damla yaş dökülmüş. Elimde hissettiğim ıslaklık da olmasa farkında bile değildim. Az önce sorun yoktu. İyileşince tekrar uzar diye düşünüyordum. Ama şimdi canımı acıtıyordu saçlarımın gitme düşüncesi. Kendim için değil.

Rüzgar için.

Bu onun için ne kadar zordu kim bilir.

Onun yerin bile koymak istemiyordum kendimi. Onun ölüm korkusunu yaşamak ölümden daha beterdi çünkü. Belki de teşekkür etmeliydim hayata. Ne de olsa hasta olan o değildi.

Elimden traş makinasını alıp çalıştırırken yutkundum.

İstemiyordum.

Saçlarımı seviyordum ben.

Saçlarım yavaş yavaş yere dökülürken gözyaşlarıyla ıslanmış yüzümü sildim ellerimle. Ağlamak yoktu. Güçlü durmalıydım. Güçlü durursam Rüzgar da güçlü olurdu. Hem iyileşirdim belki?

Rüzgar saçlarımı makinayla keserken kucağıma düşen tutamlarda gezindi parmaklarım. Kumral saçlarım vardı. Rüzgar'ın çok sevdiği o yumuşak, toprak kokulu saçlar...

Artık kel olan başıma bir öpücük kondurulduğunu hissettiğimde güldüm istemsizce.

Gözlerimden yaşlar akarken güldürdü beni. Bu adam mucize gibiydi.

Başımın üzerinde gözyaşları hissedince ayağa kalkıp arkamı dönerek ona baktım. Fark etmemiştim ama, saçlarımı keserken bile döküküyordu onun gözyaşları. Sanki benim saçlarımı değil de, onun canını kesiyorlarmış gibi bakıyordu. Bu hayatta giden kadar kalanın da canı acıyordu belli ki.

Elimle sildim gözyaşlarını. O da benim yüzümdekileri sildi.

Gözyaşlarımızı sildik birbirimizin. Ruhlarımız yeni bir diyarda el ele koşuşturdu sanki.

Kızarınca daha da belirgin olan kehribar gözlerine çekildim. Kollarımı doladım boynuna, sarıldım sıkıca. Onu bırakmak istemiyordum. Onu bırakmamak için elimden ne gelirse yapacaktım da. Ben bu savaşa onun için katılacaktım.

Derin bir nefes aldım, kokusunu ciğerlerime hapsettim. Normalden çok daha hassastım bu ilaçlar yüzünden. Rüzgar da benim rahatsız olabileceğimi düşündüğü için parfümü ve kokulu yumuşatıcıları kullanmıyordu artık. Bu sayede ona has koku daha net duyulabiliyordu. Kestane gibi kokuyordu sevdiğim adam.

Kokusuna kurban olduğum.

Beni yavaşça sedyeye yatırıp üzerime pike örttükten sonra etrafına bakındı bir süre. Sonra da odanın diğer tarafındaki dolaba yürüdü. Dikkatimi çeken şey ise, yerdeki saçlarıma basmadan, üzerinden atlayıp dolaba yönelmesiydi. Açıkcası ne yapacağını merak ediyordum.

Dolaptan bir havlu çıkarıp saçlarımın olduğu yerde diz çökerken tek tek toplayıp havlunun içine özenle koyduğunu görünce kaşlarım çatıldı.

"Ne yapıyorsun?"

Gözlerini birkaç saniyeliğine gözlerimde tutup tekrar işine devam etti. "Hemşireler falan geliyor, basarlar falan. İnsanlar kimin için neyin değerli olduğunu bilmezler. Ben sadece sahip çıkıyorum."

Güzel değildi de neydi bu adam.

Erkeğin güzeli mi olur demeyin.

Öyle bir olmuş ki.

Yıldızlara dokunmak kadar imkansız, yürümek kadar sıradan...

Ve ben öyle güzel sevmişim ki,

Gözlerime yağmur yağmış.

Şuradaki küçük yıldızcığa basmayı unutmayın:)

Tümör《Final》Where stories live. Discover now