BÖLÜM 1: TANIŞMA

92.3K 2.1K 244
                                    

İki yanıma usulca dökülen siyah, uzun, ıslak saçlarıma baktım uzun süre. Ayna karşısında nadir geçirdiğim uzun dakikalardan sonra kurutmaktan vazgeçip; yerde duran, fermuarı açık deri sırt çantamı elime alıp çıkmaya karar verdim. Nasıl oluyordu da her sabah aynı şeyi yaşıyordum? Yatakta ayılmaya çalışırken harcadığım vakit için irademe defalarca küfür ettim. Her sabah yataktan kalkmam gereken zamandan yarım saat geç kalkıyorum ve her gün, ertesi gün aynı şeyi yapmayacağıma dair kendime söz veriyorum. 

Parmak uçlarımda merdivenlerden indim demeyi çok isterdim ama tam tersi basamakları kıracak kadar güçlü ve hızlı indim. Ani gürültüden korkan Tuş, yerinden fırlayarak mutfağa her zaman güvenli bulduğu beyaz masanın altına girdi. Tuş, ölen yan komşunun yaşlı kedisinin yavrularından biriydi. Diğer beş kardeşi hemen ölmüştü. Ona bu kadar iyi bakmasaydım belki Tuş'un sonu da kardeşleri gibi olurdu ama huysuz, yaşlı kadını annemin yardımıyla ikna ederek bu güzel kızı yanıma almıştım. Siyah parlak tüyleri görür görmez beni kendine hayran bırakmıştı. İçimde sıcak bir şeylerin hareket ettiğini hissettim onu ilk okşadığımda. Parmaklarımı yalayarak sevgime karşılık verdi. Benim gibiydi o da. Ona dokunulmadığında uysaldı, özgürlüğünü elinden almaya çalışan herkese hemen tırnaklarını çıkartıyordu. Siyahtı. Benim gibi. Tüm siyahlığıyla eşlik ediyordu siyahlığıma. 

"Bir gün üst katı başımıza indireceksin Dünya! Bunu gerçekten bir gün yapacaksın."  Tüm sevimliliğimi kullanarak anneme bir bakış attım. "Özür dilerim ama elden de bir şey gelmiyor" bakışı. 

"Saçların ıslak" diye bağırdı ben çoktan verandaya geldiğimde. Sanki daha önce kimsenin saçları ıslanmamış gibi şaşırmıştı. İnerken saçlarımı resmen onun gözüne soktuğum için içimden bir küfür daha savurdum. Ders başlayalı on beş dakika olmuştu. Belki daha fazla. 

"Kuruturum. Havaya bak anne" Güneşi işaret ettim. Alayla bize bakıyordu sanki. Küçümser gibi beni izliyordu ve bu meseleye karışmaktan hiç hoşnut değildi. 

"Geç kaldım anne, çok geç kaldım!"  

"Her zamanki gibi" diyerek alnıma bir öpücük kondurdu annem. Daha fazla söylenmesine izin vermeden kulaklığıma ulaşmaya çalıştım.

Çantada sadece kitaplar ve defterler olduğu için bulmam zor olmamıştı. Diğer arkadaşlarım gibi büyük parfüm şişeleri ve bir sürü makyaj malzemesi yoktu çantamda. Bir kere daha onların hayatlarının ne kadar zor olduğunu düşündüm. Benim hiçbir zaman güzel olmak gibi bir amacım olmamıştı. Güzellik, bir kızın önceliği olmamalıydı bana göre. Ben düz, siyah saçlarım, makyajsız yüzüm ve koyu mavi kotumla da gayet iyi hissediyordum. Etraftan eksik olmayan "erkek fatma" yakıştırmaları umurumda değildi. Sığ beyinli Barbie'lerden olmadığım için mutluydum. 

Yol ayrımına geldiğimde, kimi zaman kullandığım orman yolunu kullanmaya karar verdim. Okula daha fazla geç kalmak istemiyordum ve bu toprak yol ana yola çıkan en kısa yoldu. Burası şehirden uzak, ormana yakın, sessiz bir yerleşimdi. Tek tük dizilmiş müstakil iki katlı evler ve bir kaç küçük fabrikadan başka hiç bir şey yoktu. Biraz daha dikkatli bakıldığında pusların arasında gizlenmiş büyük, heybetli dağları bile görebilirdiniz. Dağ başı sayılabilecek bir yer olmasını sorun yapmıyordum. Yalnızlı seven ve kalabalıktan hoşlanmayan biri için biçilmiş kaftandı burası. Okulu bile imza toplayarak yaptırmıştık. 

Saçlarım yavaş yavaş kurumaya başlıyordu. Uçlarında kalan yaş tutamları elimle ayırarak kulaklığımdan yükselen şarkıya dikkat kesilmiştim. Ta ki, ayağımın altından kayan toprak zemine sertçe düşene kadar. İki işi aynı anda yapabildiğim nerde görülmüştü zaten. Kulaklığı kulağımdan çıkartırken üstüne basıp kaydığım kalın dal parçasını elime aldım. Tam karşımda bana sırıtan yaşlı ağaca fırlatarak bağırdım.

SİYAHWhere stories live. Discover now