Bir Arsız/ Bin Acımasız...

3.1K 262 20
                                    

Medya Erkin Koray=Sevince.

Bizim kız en çok bu şarkıyı dinlemiş galiba...;)

İyi Okumalar...

***************

Dışarı açılan kapının yanında duran kalın kabanı giydim sırtıma. Sonra düşündüm, bu havada çıkarsam dışarı kesin yine donarım, gecenin bu vakti kimi bulabilirim bana yardım edecek. Hem de Yanık ve Miyase dışında tanıdığım tek bir insan bile yokken.

Evet evet en iyisi sabahı beklemek ama şuan da bu evde kalmak istemiyorum. En azından ondan yapabileceğim kadar uzaklaşmam gerek. Gerek ki içimdeki acıyı avaz avaz bağırarak gözyaşlarımla atayım.

Kar durmuştu neyse ki. Biraz kapıda oturup, evin dışarıya bakan, Yanık'ın muayenehane olarak kullandığı odasına geçtim. Çok soğuktu ama Yanık'tan gidebileceğim en uzak yer buraydı. En azından şimdilik. Yarın ne pahasına olursa olsun gideceğim.

Sedyenin üzerine uzandığımda altımda kalan sarı dalgaları toplayıp gelişigüzel bir örgü yaptım. Onlardan da nefret ediyordum, gözlerimden, ellerimden ve ona hasret, ona aşık kalbimden nefret ediyordum. Sevmiyordu saçlarımı, o zaman ben neden seveyim ki onları? Gözlerime Yanık bakmadıktan sonra görmek bile istemiyorum. Ne ara bu kadar derin bir yara oldu içimde?

Bir ay içinde tanıdığım bu adam sanki bu dünyaya ait değil gibiydi. İyiliği, güzel yüzü ve hatta yüzünü kaplayan o izi, aşık olmuştum bana bakışlarındaki ışığa, Miyase'ya olan sevgisine ve o iki kurtla olan sarsılmaz bağına. Son sözleri aklıma gelince parmaklarımı bastırdım dudaklarıma ve yine için için ağladım, ağladım.

Evin kapısının gıcırtısını duyduğumda birinin dışarı çıktığını anladım. Muhtemelen bu saatte O çıkmıştı dışarı, bana olan öfkesini sigarasından çıkaracak belli. Usulca ayaklandım ve pencerenin camını örten eski ama temiz tül perdenin gerisinden izlemeye başladım Yanık'ı. Hızlı adımlarla evin çevresini saran tahta çitleri aştı. Köye gidiyordu galiba...

İçimi çekerek yeniden sedyenin üzerine tırmandım ve odada bulduğum battaniyeye sarındım sıkı sıkı. Yine de özellikle, bir çorap ve örme patikle saklanan ayaklarım donuyor, dişlerim takırdıyordu. Uyursam belki unuturdum acılarımı, üşüdüğümü ve gönlümün kırıklığını. Sımsıkı kapadım gözlerimi ama anında Yanık'ın bir gökyüzünü andıran derin mavilikleri geldi zihnime. Çok ender zamanlarda şahit olduğum birkaç gülümsemesi de eşlik edince bu hayale yüreğim hızlandı, nefesim buza dönen dudaklarımda tekledi.

Sonra beni kovduğunu anımsayınca gözlerimi açmak istedim ama yapamıyordum bir türlü, yapmadım da. O hayalin içinde, duyduğum gerçeklerin yerine bana güzel bir rüya yaşatıyor, sımsıkı göğsüne bastırıyordu beni Yanık. Öfkeli değildi sarı ve kahverenginin şereflendiği kaşları, aksine yüzündeki gülümsemesine eşlik eden mavi gözleriyle dost gibiydi.

Kızmıyordum ona beni sevmedi diye elbette ama kırılıyordu kalbim istemsizce. Geçerdi belki yarın gittiğimde ondan uzağa, belki geçmişimi unuttuğum gibi onu da unuturdum, o zaman kırgınlığımı da unuturdum değil mi?

Yüreğim bir kez daha burulduğunda anladım ki ona olan kırgınlığımı bile unutmak istemiyorum. Çünkü bu acı bana onun var olduğunun hatırlatıcısı...

Ne zaman uyudum, neden yine o kâbuslardan birinin içine düştüm anlayamıyorum ama gözlerimi acıyla açtığımda hala üşüyordum. Yanık'ın güzel hayaliyle uyumuşum demek ki ama ya o gördüğüm kabus?

Sarı saçlı güzel kadın bana sesleniyordu yine. "Abel, babana koş kızım, koş bebeğim!!!" Abel... Adım bu muydu yani? Abel...

Kadının üzerindeki parçalanmış elbisesi, kan ve o büyük kafes aklıma geldiğinde yine bir hıçkırık koptu göğsümden. Ağlıyordu kadın, annemdi o benim ama adını bile bilmiyorum, ya da ona ne olduğunu. Yalnız hatırladığım bir şey daha vardı. Rüyamda bu kez küçük bir kız çocuğu vardı yanımda. İşte bu da benim aklımı karmakarışık eden bir başka şey. Kadın bana Abel derken, o küçük kızda bakıyordu ona.

Beyaz Düş (Tamamlandı)Where stories live. Discover now