on yedi

2.1K 200 9
                                    

Bu kez her şey farklı.

Bu sefer o karanlık odada yalnız değil, bu sefer yatağa yaslanmış, ölü bir beden yok.

Ama çoğu şey aynı.

Silena yine aynı yatakta oturuyor, üzerinde yeşil bir elbise var. Babasının hediyesi. Boynunda asılı duran kolye de ona ait, üzeri hala bir miktar kanla kaplı, farkında olmasına rağmen onu çıkartıp bir kenara koymak gelmiyor içinden.

Derin bir iç çekerek kafasını yatak başlığından çekiyor ve bağdaş kurarak oturuyor. Hep aynı kabus, hep aynı oda.

Her şey aynı.

Hayır, bu sefer bir şey farklı.

"Seni burada görmek güzel," diyor tanıdık bir ses, hafif pürüzlü. Tekrar tekrar öldükten sonra ölümü de sesine katmış sanki.

Silena başını çevirip bakmaya korktuğundan yutkunabiliyor sadece, tek yapmak istediği koşarak kaçmak, dönüp bir kez bile arkasına bakmadan. Ama yapamaz.

Kimin rüyası bu diye düşünüyor, bedeni hala sabit ama gözleri odanın görüş açısında kalan tarafını tarayarak bir işaret aramakla meşgul.

"Sana hiçbir zaman kendi isteğimle gelmedim." diyor sesi titremediği için gururlu bir şekilde başını kaldırırken. Karanlık Lord pencerenin kenarında duran koltuğa kurulmuş, rahat bir tavrı var, dünya yansa umurunda olmayacakmış gibi.

Silena onu en son Regulus için yaptığı anlaşma sırasında gördüğünü hatırlayınca gözlerini kaçırıyor, ölümü hakkında ona yalan söyledi. Hala nasıl öleceğini bilmiyor. Ama yalan söylediğinin pekala da farkında. Buna rağmen umurunda değil çünkü on altı yaşındaki bir çocuktan daha önemli işleri var, ölürse ölsün, yaşarsa yaşasın. Her halükarda değersiz olduğu ortada.

"Zamanın azalıyor, o da olacak." Karanlık Lord başını ona çevirince Silena irkilmemek için tırnaklarını avucuna bastırıyor, bu bir kabus değil.

Suratı beter olmuş, ölümün sesine yansıdığını düşünürken iyimser bile düşünmüş olduğunu fark ediyor. Silena'nın hayal edebileceğinden bile daha kötü bir halde. Saçları tamamen dökülmüş, üzerinde kalan bir iki telden de iz yok artık, gözleri ise tuhaf bir ışıkla parıldıyor ama feri de sönmüş, derisi ipince, gergin bir tabaka halinde kemiklerine yapışmış gibi duruyor, çekse uzayacak sanki.

"Sana sadece bir kez yardım ettim, ikincisi olmayacak." diyor Silena. Sesinin tonunu sabit tutmaya çalışmak çok zor, kalkıp ona zarar vermeye kalksa bir şey yapabilir mi ondan bile emin değil.

"Silena Jackson, bu kadar potansiyele sahip biriyken seni bizim tarafımıza geçmekten alıkoyan şey ne merak ediyorum. Elinde hiçbir şeyin kalmadı, ne kaybedebilir ne de kazanabilirsin. Neden hala diretiyorsun?" Silena'nın suratı şaşkınlıkla gerilip ağzı bir şey söylemek için hafifçe aralanıyor ve o an kendisinin de yanıtı bilmediğini fark ediyor.

Karanlık Lord, doğru noktaya değindiğini anlayınca suratına pis bir sırıtış yayılıyor. Silena'dan gelecek cevabı beklerken gayet memnun bir ifadesi var.

"Babamı öldürdünüz." diyor Silena. Sesi sert ve tok. "Babamı öldürdünüz ve bana neden çizginin bu tarafında durduğumu mu soruyorsunuz?"

"Hayır, o tarafta durmak elinden her şeyi almışken neden hala beklediğini soruyorum."

Enerjisi onu dürttüğünde Silena yanıtsız bırakmak istemediğinden bedeninin arkasından yükselen karanlık dumanlara tepki vermeden duruyor ama bu karşısında duran adamın umurunda değil.

"Eğer olur da sizin tarafınıza geçersem bu yardım için değil katliam için olur, önce kendi annemi hemen ardından da seni alırım."

Karanlık Lord ani bir hareketle oturduğu yerden kalkıp Silena'ya doğru ilerliyor. Alnı öfkeyle kırışmış olduğundan kız ne yapacağını kestiremese de korkusunu içine gömmekle yetiniyor, düşmanının karşısında titremenin ona bir faydası olmaz.

"Beni sen öldürmeyeceksin." diye tıslıyor kızın suratına doğru.

Silena yatağın öbür tarafına kayıp ondan uzaklaşarak ayağa kalkıyor. "Gelecek değişir, ihtimallerle kumar oynayacağına kendine başka uşak bul." diyor ona, arkasındaki karanlık duygularını yansıtırcasına şekil değiştirip yükselirken tepelerindeki avizeden yayılan ışık odayı aydınlatmaya yetmemeye başlıyor.

"Bunu sensiz de yapabilirim, sadece hayatta olmaman gerek." Silena'nın bedeni kasılıyor, bir şeyleri biliyormuş gibi konuşması hayra alamet değil.

Aklına ilk gelen şeyi yaparak elini ona doğru uzatıyor, karanlık parmaklarının arasından ona doğru uzanıyor ve birkaç saniye içerisinde ruhundan bir parça koparabilmeyi başarıyor. Adam çığlıklar atarak üzerine gelince avucunu sıkıca kapayıp uyanmak için her zaman yaptığı gibi açık kalmış kapıya koşuyor, tam eli ona değecekken kendini sonsuz boşluktan aşağıya bırakıveriyor.

Sıçrayarak uyandığında derin nefesler alarak kendine gelmeye çalışıyor, gerçekle rüyayı çoğu zaman karıştırır ama birinin zihnine girdiğinde hissettiği baş ağrısını hissettiğinde bunun bir rüya olmadığını anlamakta gecikmiyor.

"Silena?" Koluna dokunan bir el hissettiğinde dehşetle geriye kaçıyor, sandalyesi devrilip kalabalıktan gelen sesleri bıçak gibi kestiğinde birkaç kişi onlara dönüp bakıyor, fısıltılar kızın kulaklarına anlamsız kelime öbekleri olarak ulaşırken aceleyle önünde duran kitapları toplayıp kucağına sıkıştırıyor ve sandalyeyi kaldırmaya zahmet bile etmeden kütüphaneden uzaklaşıyor.

Biraz önce yaptığı şeyin gerçek olup olmadığından emin olmak zorunda, ruhunun bir parçası ona mı ait yoksa hayatını öncekinden daha beter bir yokuşa mı sürükledi bilmek zorunda.

Göğsü aldığı derin nefeslerle inip kalkmaya devam ederken başka bir köşeyi daha dönemeden dizlerinin üzerine çökmüş bir halde buluyor kendini, panik ve korku adeta damarlarında akarken kalbi göğüs kafesini parçalamak istercesine kuvvetle çarpıyor.

Kitaplar kucağından düşüp yere saçıldıklarında Silena bulanıklaşan görüşünü düzeltebilmek adına birkaç kez gözlerini kırpıştırmayı deniyor.

İyi olacaksın, diye teselli ediyor kendini.

Geçti, artık sana dokunamaz, sana zarar veremez. Teselli cümlelerini ardı ardına sıralarken ağlamaya başladığını bile fark edemeyecek kadar odaklanmış durumda.

Bulunduğu koridorda duran insanlar şaşkınlıkla onu inceliyorlar, yerdeki kitapları toplamak için olağanüstü bir çabaya ihtiyacı varmış gibi davranıyor Silena. Elleri titrerken sayfalar parmaklarının altında kıvrılıp kırışıyor.

Başka biri elinde güçlükle tuttuğu kitabı ondan alırken Silena'nın görüşü hala buğulu. "İyi misin?" diye soruyor ince bir ses. Tanıdık geliyor kulağına ama o kadar çok ses var ki hangi birini dinlese bilemiyor.

"Silena?" diyor aynı ses, ismini duyunca nereye baktığını umursamadan başını kaldırıyor. Birkaç damla gözyaşı çoktan yanaklarını ıslatmış.

"Hastane kanadına gitmek ister misin?"

"Remus." diye fısıldıyor Silena. Ona anlatabilir, ona ihtiyacı var.

Kız başını sallayarak onu kolundan tutup yukarıya doğru çekerken Silena gerçek dünyaya dönmek için çabalıyor. Ne kadar çabalarsa o kadar uzaklaşıyor, ne kadar çabalarsa o kadar canı yanıyor.

"Remus'u çağırabilir misiniz?" diyor ince ama hoş olan ses. Üzerine bir şeyler daha söylüyor ama Silena devamını duyamayacak kadar uzaklaşıyor dünyadan.

Ta ki zihninde gerilmiş o ince iplik kopana ve gözleri arkaya yuvarlanıp kapanana kadar. Hemen ardından kızın sıkıca tuttuğu kolu parmaklarının arasından kayıp gidiyor ve yeniden karanlığın kucağında buluyor kendini.

Bölümleri artık bu şekilde yazmaya karar verdim, diğer türlü hep saçma bir yere doğru sürükleniyordu çünkü. Eğer ileride karar değiştirmezsem kitabı bitirdikten sonra bütün bölümleri düzenleyip bu şekilde yazacağım.

AUGUST-JAMES POTTER [TAMAMLANDI]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin