otuz bir

1.6K 135 5
                                    

Annabeth, Silena'nın bedenindeyken uzun zamandır mahrum kaldığı duyguları yeniden tadıyordu. Gençlik, kızın göğsüne sıkışıp kalmış korku ve hak etmemesine rağmen avuçlarında tuttuğu gücün tenini karıncalandıran hissi.

Bir zamanlar kendisinin de bunları hissettiğini hatırlıyordu, on yedi yaşındayken doğru olanı yapmaya kafayı takmış bir kızdı ve hayatının dümdüz bir çizgide, tıpkı kafasında kurguladığı gibi ilerlemesini istiyordu.

Okul bittikten sonra Seth ile evleneceklerdi ve ikisi de bakanlıkta düzenli bir iş bulup gece eve döndüklerinde okul yıllarında kalmış anıları birlikte anımsayıp gülecek, yaşadıkları tüm karanlık günleri bir daha sorun etmelerine gerek kalmadan mutlu mesut yaşayacaklardı.

Annabeth on yedi yaşında bir kehanetin parçası olmaktan, sevdiği insanları tekrar göremeyeceği ihtimalini durmadan düşünmekten, ailesinin hayatını şekillendirmesine izin vermekten ve en önemlisi doğumundan beri sahip olduğu ve ona gençliğine bedel olan paha biçilemez gücünden nefret etmişti.

O zamanlar herkes elindekinin değerini bilmesi gerektiğinden bahseder dururdu, annesi belki de defalarca kez dile getirmişti bu cümleyi. Gençliğine aldanıp da istediğin her şeyi yaparsan on yıl sonra attığın en ufak adımdan bile pişman olmuş bulursun kendini.

Hep alaycı bir tonda, kızarak söylerdi bunu. Annabeth'in bu hatırlatmaya ihtiyacı vardı çünkü gençliğini doruklarında yaşamaya takmış, elinden kayıp giden saniyeleri bile sayan biriydi o.

En büyük korkusunu dile getirmekte zorlandığını anımsıyordu, KSKS profesörleri karşısında durup da hazır olup olmadığını sorduğunda ne göreceğini bilemediğinden evet demeye cesaret edememişti.

Annabeth gençliğinin boşa akıp gitmesinden, istediklerini yapamadan ölmekten korkuyordu.

En az bir kez Roma'yı görmek istemişti mesela, trenle günler süren uzun bir yolculuğa çıkmak ve sevdiği insanlarla birlikte değeceğini düşündüğü hatalar yapmak.

Hata onun için pek de sıkıntı olmayabilirdi ama son birkaç nesildir ailesindeki güçler tekrar etmeye başlamıştı ve Annabeth kimsenin daha önce sahip olamadığı bir şeye sahip olduktan sonra bu döngünün kırıldığına, onun kırdığına inanmışlardı.

Kehanette, açıkça Annabeth'den ve yanlış kişiyi seçerek yapacağı bir hatadan bahsediyordu. Bu hata elindeki her şeye mâl olacaktı ve ona söylenenler başta gözünü azıcık bile korkutamamıştı.

Çünkü elindeki tek şey gücüydü ve zaten uzunca bir süre o olmadan doğmuş olmayı dilemişti.

Sonunda istediğini alacağı bir dünyanın hayaliyle yanıp tutuşmuş ve okul biter bitmez de annesinin ayılıp bayılmalarını, tüm evi inleten çığlıklarını ve tehditlerini umursamadan evden kaçıp Seth ile evlenmişti.

Her şey bir rüyadan ibaretti ve Annabeth ancak Silena'nın doğumundan birkaç yıl sonra uyanıp bunun aslında bir kabus olduğunu anlayabildi.

Seth'e kıyasla gücü zayıflayıp yok olmaya başlamıştı ve Silena da yüzyıllar öncesinde kalmış ve kimsenin sahip olmaması gereken bir şeye sahipti. Ölüm.

Annabeth bunu öğrendiğinde hissettiği dehşeti ve kıskançlığı tanımlamaya yetebilecek gücü yoktu. Bütün bedenine ufak ufak iğneler batarken onurunun parçalanıp unufak olduğunu hatırlayabiliyordu ancak.

Bunun için mi her şeyden vazgeçmişti? Kızı gücünü elinden acımasızca çalıp onu öldürsün diye mi?

Aynı gece Annabeth öfkeyle, ikinci kez düşünmeye gerek bile duymadan hareket etti ve Silena yapmadan önce onu öldürebilmek için eline gelen ilk şeyi kapıp kızının odasına gitti.

AUGUST-JAMES POTTER [TAMAMLANDI]Where stories live. Discover now