28. Bölüm

2.6K 103 31
                                    

Doruk'a yolda giderken hızlıca konferansta olanları, ardından erken kutlanan doğum günümü anlatıp kafasındaki soruları aydınlatmıştım. Günün geri kalanında anonim bana yazmamış ve ikinci kez attığım mesaja da dönmemişti. Aniden sessizliğe karışması endişe etmeme neden olmuştu. Başına bir şey gelip gelmediğini istemsizce merak etmiştim.

Ertesi sabah okul için hazırlandığımda, bahçeden Ömer'in köpeğinin sesini duyabiliyordum. Kapıyı açtığımda, merdivendeki ayak seslerini duydum. Ömer üst kattan aşağı iniyordu. Beni görünce duraksadı.

"Günaydın." Ses tonu garipti. Bir çekingenlik ve kararsızlık hissediyor gibiydi.

"Günaydın." dedim, ve ona doğru ilerledim. Birlikte merdivenlerden aşağı inmeye başladığımızda, kulaklığından yayılan şarkıyı biliyordum.

It is always nice to see you

Alman bir gruba ait bu şarkıyı bazen üst üste dinlerdim. Müzik zevklerimizin benzer oluşu du götürmez bir gerçekti.

"Motor sürmeyi biliyor musun?" diye sordu, apartmandan çıktığımızda. Misket, anında ayaklarının dibinde dolaşmaya başlamıştı. İstemsizce geri çekildim.

"Denemiştim ama pek becerebildiğim söylenemez..." dedim, Misket'ten olabildiğince uzaklaşmaya çalışarak.

"Adrenalin seviyor gibisin?"

"Yani, öyle de denebilir." dedim ve yavaşça ilerlemeye başladık.

"Doruk, sevgilin sanırım. O baya hız tutkunu diye duydum." dediğinde, başımı hayır anlamında salladım.

"Yakın arkadaşız. Ve evet tam bir hız delisi. Bazen beni korktuyor."

"Merve de beni. O da sürekli motorla hız peşinde. Üstelik 2 kere kaza yapmasına rağmen vazgeçmiyor."

"Cidden mi? Ben kaza yapsam tekrar binmeye cesaret edemem."

"Tutku ve hazın harmanlaması gibi motor kullanmak. O hissi yeniden yaşamak için hayatını ortaya koyuyor."

"Bir nevi şeytanla pazarlık bu."

"Aynen öyle."

Yolun gerisini sessiz bir şekilde geçirmiştik. Sınıftan içeriye girdiğimde Eda, koşarak üstüme geldi. Yüzünde şaşkın bir ifade vardı.

"Ohaa!" diye bağırdığında, kaşlarımı çattım. "Ben mi yanlış gördüm yoksa sen Ömerle beraber mi okula geldin?" diye devam ettiğinde, yüksek ses tonu yüzünden sınıftan birkaç kişi bize bakmaya başladı.

"Eda, bağırma." dediğimde, yanından geçerek sırama ilerlemiştim.

"Hemen her şeyi anlatıyorsun!" diye peşimden geldi.

"Bir şey olduğu yok. Köpeği varmış, çıkamadım, beraber çıktık. Okula geldik işte. O kadar."

"Ayy hissediyorum siz kesin beraber olacaksınız." diyen sesi kendinden emindi. Koluna rastgele vurdum.

"Ne diyorsun be salak? Hemen kurmaya başladın kafanda."

"Ben ne zaman yanıldım kızım? Bak olacaksınız siz." Parmağıyla sırayı gösterdi. "Ahanda buraya yazıyorum."

"Çok aptalsın keşke ölsen."

"Çok yakışırsınız hadi hadi istersin sende."

"Eda... Sus artık."

"Aman tamam be."

Kitaplarımı çantamdan çıkarıp, telefonumu sıranın altına gizlemek için koyduğumda elime bir şey çarptı. Çarpan şeyi çıkardığımda, bunun küçük ahşap bir sandık olduğunu fark ettim.

"Bu ne kız?" dedi Eda, yanıma oturarak.

"Bakalım neymiş," diyerek sandığı açtığımda, bir kağıt vardı yalnızca. Kağıdı elime aldığımda, bir şiir yazılıydı. Bu şiiri biliyordum. Ümit Yaşar Oğuzcan'a aitti.

Gülleri sarı severim; toprağı ıslak,
Türküleri yanık, şiirleri hoyrat, 
Havayı nemsiz, çayı demsiz,
Bir seni olduğun gibi,
Bir seni her şeye rağmen,
Bir seni, hala...

Ali

KAKTÜS/ Texting | TamamlandıWo Geschichten leben. Entdecke jetzt