48. Bölüm

146 22 25
                                    

Ertesi sabah uyandığımda, üzerimde hala dünün verdiği sersemlik vardı. Bir gün içerisinde o kadar şey yaşamıştım ki, vücudum dahi bunu kaldırmamıştı. Saate bakınca kısa çaplı bir şok yaşadım önce. Saat 8:30'du. Okula geç kalmıştım. Hızla yataktan doğrulduğumda, beynimden vurulmuş gibi hissettim. İnanılmaz bir ağrı başıma sapladı ve gözlerim karardı. Kulaklarımda hafif bir uğultu başladı. Kendimi sakince yatağa geri bıraktım. Bugün Cumartesi'ydi. Tatildi. Uyumaya devam etmeliydim. Telefonu elime alıp, Ömer'in instagram profiline baktım. Paylaşımları fazla değildi. Ardından Ali'nin hesabına baktım. Birbirimizi takip etmiyorduk ama onun hesabı herkese açıktı. Gönderilerinin hepsini kaldırmıştı. Hiçbir post yoktu. Neler oluyordu hayatında Ali?

İç geçirip, anonimle olan mesajları okumaya başladım. Asla Ali'ye benzemiyordu. Anlattığı her şey Ömer'i çağrıştırıyordu. Benimle iletişim kurmak için yalanlar söyleyebilir miydi? Söyleyebilirdi. Ama bu hiç Ali'nin tarzı değildi. Tıpkı beni aldatmasının tarzı olmadığı gibi. Her zaman en büyük korkum aldatılma durumunu yaşamaktı. Yaşamıştım. Kimsenin kimseye bunu yaşatmaması gerekir. Öylesine boktan bir his ve durum ki. Uzun bir süre kendimi yetersiz ve değersiz hissettim. Ali'nin karaktersizliğini bile kendime yükledim. Cinsel olarak bir birliktelik yaşamadığımız için beni yetersiz bulduğunu düşünüp durdum. Elbette durumun bu kadar basit olmadığını mantığım sürekli söyleyip duruyordu. En nihayetinde mantığımı dinledim ve Ali'yi hayatımdan silip attım. Ali bu yüzden yabancı biriymiş gibi hayatıma yeniden dahil olmak istemişti.

Yataktan doğruldum ve duşa doğru ilerledim. Duşta bile düşüncelerim beni serbest bırakmamıştı. Saçlarımı kurulama gereği duymadan kısa bir kahvaltı yapıp, en son okuduğum kitabı elime alıp evden çıktım. Sabahın bu saatinde site genelde sakin oluyordu. Yinede içten içe Ömer'le karşılaşma ihtimali kalbimi hızlandırıyordu.

Sitenin arkasındaki bahçeye oturdum ve sessizlik içinde kitabımı okumaya başladım. Uzun bir süre kimse uğramadı. Sonunda Misket'in havlama seslerini duymaya başladım. Nabzım hızlarken gözlerimi etrafta gezdirdim. İleride elinde bir tepsiyle Ömer ve Misket bana doğru geliyordu. Misket kuyruğunu sallaya sallaya koşarak ayaklarımın dibine geldi. Kitabı bir kenara bırakıp, Misket'in başını okşadım.

"Günaydın, erkencisin." dedim Ömer bana yaklaştığında.

"Günaydın, erkenci olan sen gibisin. Pencereden görünce seni çay ve poğaça alıp geldim." dedi elindeki tepsiyi işaret ederek.

"Ya ne zahmet ettin. Teşekkür ederim, gerçekten çok incesin. Hayretler içindeyim." dedim yanıma oturduğunda.

"Bu yüzden bu yönümü herkesin bilmemesi gerektiğini düşünüyorum." Tepsiyi ikimizin arasına koydu ve bir bardak çayı bana uzattı. Çayı alırken bilerek parmaklarını parmaklarıma sürttü. Hiçbir şey olmamış gibi çayımdan bir yudum aldım.

"Bana özel yani?"

"Sen özelsin. Bana özelsin." dediğinde, karnımda kelebeklerin oradan oraya kanat çırptığını hissettim. Sessizce çayımı içerken pür dikkat beni izliyordu. Beni izlemesinin verdiği panikle çayı bacağıma döktüm.

"Öyle beni izlersen nazar edersin. Kem gözünü çek üstümden." dedim bacağımın yanmasını verdiği acıyla. Bol eşofmanımı sıyırıp, sıcak çayın temas ettiği noktayı açıkta bıraktım. Bacağımda sadece kızarıklık vardı.

"Nazar mı?" dedi eğilmeden hemen önce. Bacağıma soğuk nefesini üflemeye başladığında, taş gibi kasıldığımı hissettim. "Sakarım desene şuna." Üflemeye devam ettiğinde, bu inanılmaz iyi gelsede kendimi rahatsız hissetmeye başladım.

"Teşekkür ederim, şu an iyiyim daha fazlasına gerek yok." dedim ve bacağımı kendime doğru çektim. Bacağımın kızarıklığı hala kendini koruyordu. Ama daha iyi hissediyordum.

"Rica ederim. Eee bu akşam gelecek misin?" diye sorduğunda, başta neyi kast ettiğini anlayamadım. Sonra dün laf arasında yarın akşam futbol maçı olduğunu söylediği geldi. Gideceğimi söylemiştim.

"Evet tabi."

"Bütün gollerimi senin için atacağım. Bana şans getireceğine eminim."

"Dediğin gibi olmasını ümit ediyorum."

"Hadi bana ilginç bir anını anlat," dediğinde, ne anlatacağımı düşünmeye başladım.

"Böyle aniden sorunca aklıma da bir şey gelmedi ki." dedim düşünmeye devam ederken.

"Ben anlatayım o zaman sen o arada biraz düşün. Okulda ilk disiplin cezamı nasıl yediğimi anlatayım. Yedinci sınıfa mı ne gidiyorum o zamanlar. Bir sıra arkadaşım var, Mahmut. Kayserili çocuk. Nasıl pastırma kokuyor, of. Bayılıyorum her gün kokudan. Cam kenarında oturuyoruz, cam açık ona rağmen yani düşün. Neyse babamın deodorantını aldım geldim bir gün. Oturduğu yere sıktım da sıktım. Mahmut, böyle iri yarı bir çocuk. Ben o zamanlar cılız bir şeyim. Ayar oldu benim bu hareketime. Okul çıkışı kıstırdı beni. Vur Allah vur. Acımadı. Hayatımda yediğim en hakiki dayağı attı. Neyse o zamanlar gurur yaptım, kimseye anlatmadım. Arkadaşlarıma da. Evde babama ait bir sürü yapıştırıcı vardı. Fare tuzakları için olan tutkalı aldım bende. Sabah erkenden gittim okula. Mahmut'un oturacağı yere bolca sürdüm. Gülme gülme, daha bitmedi. Neyse bunun kıçı kocaman, bende dibine kadar sıktım tutkalı. Bekliyorum Mahmut gelsinki tenhada yakalamak neymiş göstereyim ona. Herkesin içinde rezil edeyim. Bekle bekle. Ders başlayacak hala gelmedi. Meğer hastaymış. Ondan gelmedi. Türkçe hocasıyla dersimiz vardı. Kadında genelde ders anlatırken boş olan sıralara otura otura ilerler. İçim içimi yiyor sıraya oturacak diye. Dünyanın suyunu döktüm tutkalın yapışkanlığı azalsın diye ama yok bana mısın demiyor. Sonra kadın ders anlatmaya başladı. İşte korktuğum da o an başıma geldi. Hocam oturmayın demeden oturdu. O günde etek giymişti. Sıranın ıslaklığını hissedince hızla ayağa kalktı. Kalkmasıyla eteğinin kumaşını sırada bırakması bir olmuştu. Sonrasında yüzüme okkalı bir tokat yemiştim. Disipline gidince birde oradakilerden güzel bir dayak yemiştim. Ama Mahmut'u da salmadım. Tabi, o kadar dayak yedikten sonra bırakır mıyım onun yanına. Topladım bütün arkadaşlarımı tenhada yakaladık bunu. Eşek sudan gelinceye kadar dövdük. Sonra birkaç kere daha münakaşa ettik böyle."

"Gerçekten gülmekten karnıma ağrılar girdi." dedim, karnımı tutarak. "Bende böyle şeyler yok. Yani mümkün değil. En fazla pazardaki teyzelerle yaşadığım diyaloglar vardır. Onlar da seninkinin yanında çok sıkıcı kalır."

"Olsun ya önemli değil. Anlat sen ben dinlerim." dediğinde, kalbimi eritecek bir gülümsemeyle bana baktı. Bende anlatmaya başladım. Havadan sudan, ondan bundan konuşa konuşa 2 saati devirdik. Dünkü konu hariç her şeyden bahsetmiştik. Aramızda askıya alsakta bedenlerimiz bize itaat etmiyordu. Sürekli bedensel bir temasımız oluyordu. Tenim ona her değdiğinde içim kıpır kıpır oluyordu. Akşam halı sahaya beraber gitmek için sözleşip, evlerimize dağıldık.

KAKTÜS/ Texting | TamamlandıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin