1⭕️

1.3K 112 167
                                    

Milyonda bir yaşanacak bir hikayeniz varsa, milyonda bir bulunan bir dostunuz ve milyonda bir bulunan bir sabrınızın olması gerekir...

Batan güneş her zamanki utangaç pembeliği ile hiçbir şey umrunda olmayan insanlığa veda ederken, dünya biraz daha sessizleşmeye başlamıştı. Sıradan bir insan gibi ben de verilen nimetlerden habersiz ve umursamaz bir şekilde evimin yolunu tutmuştum. Saat başı gelen otobüsüme yetişmek umrumda bile değildi bugün.

Okul ile durak arasında fazla bir yol olmamasına karşın bu akşam garip bir şekilde canım yürümekte istiyordu. Böylece sırf yürümek adına geldiğim birinci durağı göz ucuyla seyredip diğer durağa doğru adım atmaya başladım.

Kulaklığı çoktan takmış, ballad müziklerinden birinin acınası melodisine kaptırmıştım kendimi. Müziğe eşlik eden yüreğim, melodinin acıklı tınlaması ile ezilirken esen rüzgarda sar saçlarımı hafif hafif dalgalandırıyordu. Böylece ikinci durağa gelmiş oldum.

Durağın içi epeyce kalabalık olduğu için biraz daha dışarıda bekleme kararı aldım. Duraktan çok az uzak, boş alanda beklerken, çantamın içinden küçük el aynamı çıkarıp kül sarısı saçlarımı elim ile taradım ve büyük mavi gözlerimi bir iki defa açıp kapatarak rimelimin durumunu kontrol ettim. Hava çok soğuktu ve yüzüm fazladan kurumaya başlamıştı. Yüzüme vakit kaybetmeden nemlendirici de sürmem gerekiyordu.

Dakikalar geçtikçe karanlık örtüyordu gökyüzünü. Otobüsüm ise gelmek bilmiyordu. Soğuktan üşüyen ellerimi ısınmak için birbirine sürttüğümde etrafı incelemeye başladım. Evine yetişmeye çalışan anneler, soğuktan üşüyen çocuklar ve aç bir şekilde etrafta gezinen sokak hayvanları ile doluydu.

Başımı sağ tarafa bakmak için çevirdiğimde, etrafında bir kaç banktan başka bir şey olmayan parkın dışında bir şey göremedim. Fazlaca inceleyen bir karakterim olmamasına karşın, ilk kez o zaman değdi gözlerime.

Gördüğüm ilk andan beri gözlerimi kırpmadan baktığım bu kişi, benim için bir ilk olmuştu.

Çok garipti!

Yabancı bir insana ilk defa bu kadar fazla bakabilmiştim. Dakikalar geçmesine rağmen hâlâ bakıyordum. Hem de öyle böyle değil, sanki ölecekmişcesine kırpmadan gözlerimi.

Kulağımda çınlayan müziği duymayalı dakikalar geçmişti. Bu dünyadan çoktan ayrılmıştım sanki ama o hiçbir şey umrunda değilmişçesine öylece durmaktaydı. Sakin ve umursamaz. Gözlerini bir noktaya dikmiş, sadece bakıyordu. Mağlup, mahzun aynı zamanda iflas kokan bir çift göz...

Öyle kısmıştı ki gözlerini, sanki ezildiği dünyayı olanca gücüyle ezercesine.

Aslında çok yaşlı gözükmüyordu , tahmini yirmi sekiz, otuz yaşındaydı. Yine de öyle derin alın çizgileri vardı ki, sanki tüm ömrü boyunca dünyayı sırtında taşımıştı.

Hava soğuktu! Çok soğuktu.

Buna karşın onun üzerinde ince, solgun, asker yeşili bir yağmurluktan başkası yoktu. Yer yer yırtılan pantolonunu tamamlayan ezilmiş botları ile bir bütün oluşturmuş kıyafetleri, fazlaca garip gelmişti. Avare uzattığı bacakları yana açılmış ve onlardan bağımsız kolları, yanlarına uzatılmıştı.

Hepsinden bağımsız gözleri, o gözlerin neye ve nereye baktığını görmeyi çok isterdim. Beni fazlaca meraklandıran bu garip adam, değil beni, burnunun ucundaki insanı bile farkedemiyordu. Nerden gelmişti? Ne zamandan beri buradaydı?

Nefes bile aldığından şüphe ettiğim adam, dakikalardır bakmama rağmen bir kez bile olsun gözlerini kırpmamıştı, böylesine önemli böylesine derin olan baktığı şey neydi? Saçına karışan birbirine girmiş uzun sakalı, simsiyah olmasına karşın öylesine bitkindi ki, dedelerin sakal kılları daha canlı dururdu belki. Hâlâ bakıyordum. Artık bu bakmaktan çıkmış, izlemeye dönmüştü.

MİLYONDA BİRHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin