40⭕️

90 23 22
                                    



Küçükken bir çok masal dinlemiştim. Sonu güzel biten, kötü biten ve sonu hiç gelmeyen...

Gerçi nerede ve ne zaman ya da kimin anlattığını hatırlamıyorum ama hepsi, teker teker zihnime yerlermiş durumdalar.
Küçük deniz kızı, uyuyan güzel, güzel ve çirkin, pamuk prenses ve daha bir çoğu.
Bunların beynimde yaptıkları etki düşündüğümden daha fazla.

Aslında çoğu zaman, masalların da gerçek olduğu düşündürüyor beni.
Karakterler her kim olursa olsun insan , aynı insan.
Baş rolde bulunanların kimliği önemsiz.
İnsan, yine insan.
Zaaflarıyla, tamahkarlığıyla, nankörlüğüyle insan, aynı insan.

İçinde barındırdığı insan öğesinden başka da çok benzer masallar gerçeklere.

Örneğin masallarda her zaman iyi birileri vardır. Her zaman sevgi vardır. Her zaman hasret vardır.
Bunların yanında nefret, haset hatta belki ölüm bile vardır.

Bu kadar çok benzerlik taşıyan bu iki şey nasıl birbirinin zıttı olur ki?

Yani söylemek istediğim insanlar neden masallara yalan gözüyle bakar? Aslında derinlemesine düşününce hayattan bir farkı yoktur.

Belki bir prenses olamayız, insanlar arasında prenses olarak tanınmayız ancak, prenses olmak için prense ihtiyaç var mıdır ki?
Her kız babasının prensesi değil midir?
Ya da prens olma ...
Sevdiği için dağları delmek zor gelebilir insana ancak her adam sevdiği genç kızın prensi değil midir?
Onun için her şeyden vazgeçmez mi?
Zaten bir cadı karakterini bulmak da insanlar için zor olmaz eminim.

Benim masalımın da sonu nasıl biter bilmiyorum ama başrolü benim.
Pamuk prenses miyim? Deniz kızı mıyım? Prensime kavuşabilecek miyim? Yoksa baloncuklara dönüşüp sonsuzluğa mı yöneleceğim bilmiyorum.

Bu masal nasıl biter bilmiyorum ama niyetim balona dönüşecek olsam dahi, bir insanı tüm kalbimle sevmek. Kaşını ya da gözünü değil! Tüm benliği ile her şeyini.
Hüznünü, gözyaşını, öfkesini ve ona dair her şeyi.

Asya'nın evinin olduğu tepenin eteklerinde öylece durmuş, tepede bana bakmakta olan Tarık'ı incelerken, bir damla yaş süzüldü elmacık kemiklerimden. Ölmüş olabilir miyim? Gerçekten o muydu? Tarık! Gerçekten Tarık mıydı?

Mis kokulu rüzgarım, titrek kalbimin tek umudu. Vücuduma giren temiz bir nefes ve saf suyum.

Tarık mı o gerçekten?

Gözlerimi iyice kısmış, kaşlarımı çatmış karşımda duran Tarık'ı incelemeye koyulmuştum. Neyim vardı? Koşarak boynuna sarılmam gerekirken neden put gibi duruyordum?

Üşüyen ayaklarımı birbirine sürterken, Tarık yürümeye başladı. Gülümsüyordu, gözlerini kısmıştı. Belki de ağlıyordu. Gözleri o kadar çok duygu barındırıyordu ki, ayırt edemiyordum.

Bu, özlediğim bir duyguydu.
Bu duyguyu Tarık'tan başkası verememişti bu dünyada bana.

Ağlamaya başlamıştım. Sessizce akıyordu gözyaşlarım.
Bunun bir son olmasını diliyordum. Ondan ayrılığın yaşattığı derin acıyı yeniden yaşamak istemiyordum. Onsuz olan bir hayattansa sessiz bir ölümü diliyordum.
Bana bunu veren, beni böyle yapan, her şeyi unuttuktan sonra bile beni bu seviyeye getiren Tarık'ın sıcak kalbini sonsuza dek kaybetmek istemiyordum.

Bir insan ancak bu kadar ifade edebilirdi nefesin anlamı.
Ancak bu kadar tanımlayabilirdi sevginin manasını.

Tarık'ın güçlü kolları ile sarmalandığımda gözyaşlarım teker teker düştü yere. Beni terk etmelerini umuyordum ama gelecek bunun tam tersini söylüyordu. Acı ve keder bir türlü bırakmıyordu yakamı.

MİLYONDA BİRHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin