32⭕️

95 25 43
                                    


Yalnızların gözyaşının rengi olmaz derler...
Bu yüzdendir ki, ne kadar gözyaşı dökerlerse döksünler hiç fark edilmezler.
Çünkü onlar, yalnızdır.

Ayrıca onların gözyaşları çok daha soğuktur.
Soğuktur çünkü, yüreklerinde bulunan acının ateşi diğer insanlara göre daha fazladır. Onu söndürmek için buz gibi gözyaşı akıtırlar.
Yine de bunun ne faydası vardır?
Onlar yalnızdır...
Geçmişte de yalnız, gelecekte de...

Ağlamak ise, onlar için hiçbir şey ifade etmeyen, hiçbir işe yaramayan, hiçbir manası olmayan bir eylemdir.

Çünkü, çünkü onlar, yalnızdırlar ...

Yerde kıvranmakta olan bedenimin üzerine düşen Tarık'ın buz gibi yaşları bir yerlerde taze olan yaralarımı daha da açıyordu. Acımı hissediyordum ama asıl Tarık'ın göz yaşlarının baskısı altında eziliyordum. Tarık'ın göz yaşlarının baskısı acımı bile bastırıyordu.

Tarık sanki şoka girmişti. Güldüğüne yemin edebilirdim. Aslında ama ağlıyordu. Ağlıyor muydu, gülüyor muydu?

Gözlerim kapanıyordu. Nefes almamda yok denecek kadar hafiflemişti.

İçeri giren askerler, tekme tokat Tarık'ı yerle bir ettiler. Belinde silah olan Tarık hiçbir şey yapmıyordu. Tek hamlede ölecek olan benim için yaptığı bir savunmaydı bu.

Kapanan gözlerimi ara ara açıp Tarık'a bakıyordum. Tamamen gittiğimi görüpte aklını kaçırmasın diye. Yine de çok mantıklı davrandığını söyleyemem . Parmaklarını kemiriyordu. Saçlarını yoluyor dizlerine vuruyordu.

Bir insanı kaybetmenin acısı bu kadar büyük müydü?

Geçmişi unuturken, tüm hislerimi de yitirmiş olmalıydım.

Askerlerden biri Tarık'ı yere sabitlerken, diğer ikisi yanıma gelip kolumdan ve saçımdan tutup sürüklemeye başladılar. Sırtımda bulunan yükten başka hiçbir şey hissetmemeye başlamıştım.

Alelacele gelen bir asker elini boynuma koyup "Kızı öldürmeyin! Patron sağ istiyor. Eğer ölürse, işiniz bitti demektir." diye haykırdı.

Bu emri duyan askerlerden biri beni sırtına alarak taşımaya başladı. Beni götürmeye başladığında Tarık koşarak askerin üzerine atladı ama atlaması boşa çıkmıştı. Onun hamlesi ile tüm askerler üzerine çökmüşlerdi. Yine tekme tokat ve sopa ile altlarında olan Tarık'ı linç ediyorlardı. Bağırmak istedim. Ağzımı açtım ama bir damla ses çıkmadı. Boğazım kupkuruydu. Ve sanki konuşma yetimi de kaybetmiş gibiydim.

Büyük bir güçle elimi kaldırdım. Beni taşıyan askere vurmak, onu durdurmak istiyordum. Tükenen gücüm sadece elimi kaldırmama müsaade etti. Yere düşen elim ile kapanan gözlerim sonun habercisi gibiydi. Zira en son gördüğüm bir et yığınına dönmüş olan Tarık'ın bedeni ve onun hareketsiz vücuduna vurmaya devam eden askerler oldu.

Devamında neler olduğunu pek göremedim. Gözlerim bir açılıyor bir kapanıyordu. Hiç gücüm yokmuş gibi nefes almak için bile çaba harcıyordum. Beni evden çıkartıp bir araca doğru götürdüler. Ben dışarı çıkar çıkmaz büyük, çok büyük sesler duyulmaya başladı. İnsanlar bağırış ve çığlıklarla dışarı çıkıyorlardı ama dışarısı bir kurtuluş değildi!
Çünkü karada avlanılamayanlar için gökyüzünde bekleyen ölüm saçan kelebekler bulunmaktaydı.

Sırplar ikinci saldırıyı yapıyorlardı Boşnakların üzerine. Bu günü özel olarak seçmişler gibiydi. Tam da bu günü, benim en özel günümü.

Gelinliğimden yırtılan parçalar etrafa takılınca askerler altlarını yırttılar. Hiç düşünmüyorlardı, o yırttıkları bez parçaları bir genç kızın hayali olabilir diye.

MİLYONDA BİRWhere stories live. Discover now