5⭕️

226 60 13
                                    

Yaşananlar sadece tek bir kişinin etrafında dönmez! Bu hayat, daha bir çok kişinin bedenen, ruhen, aklen birlikte olması gereken bir toplama kampıdır...

****
Kime ait olduğunu, kimin anılarının olduğunu bilmediğim kağıtlara, resimlere ve daha birçoğuna dokunuyor, deşiyor, karıştırıyordum. Bu normalde herhangi bir insan için kabalık olsa da, şu an ki durumum bunu gerektiriyordu. Belki de benim tüm hayatımı değiştirecek gün ya da gece şimdiydi.

Okuduğum gazete parçasını, bakılmış anlamında ayrı bir yere yerleştirirken, diğerlerine de giden ellerimi durduramıyordum. Sanki bugün benim kıyametim yada yeni bir yaşam günümmüş gibi sürekli farklı sürekli garip şeylerle karşılaşıyordum.

Aradan geçen dakikalar ve boğucu anlar sonunda içim kararmaya başlamıştı. Loş ışık da kendimi kaybetmiş deli gibi bir şeyler aramak ve belliki deli edecek kadar kötü bir hayatı olan bu insanların yazdıkları bir kaç cümle için debelenmek benim için çok çok fazla oluyordu. Kendimden utanmaya başlamıştım.

Kendi kendime debelenirken dışarıda kopan kıyametten kısa süreliğine koptuğumun farkına vardım. Hâlâ evin kapısında olan Yeşim, adamdan okkalı bir tokat yemişti. Çığlık atmamıştı ama elin yüze çarpılışından doğan sesi kulaklarım gayet iyi algılamıştı.

Onun bu hali ile tekrar, kendimi koruma pozisyonuna almam geç olmamıştı. Bu sefer gerçekten zangır zangır titriyordum. Dişlerim bile benden izin almadan öylesine deli gibi birbirine çarpıp duruyorlardı. Hatta öyle kendilerinden geçtiler ki, üst dişlerimden bir kaçı alt dudağımın içini kesti. Bunu ağzıma gelen yoğun kan tadını almadan önce fark ettim çünkü gerçekten tiz bir acısı vardı. Dişlerime lanetler okurken bir yandan da, sağ elimin dışı ile dudağımı sildim. Şimdi çantamı alıpta içinden peçete çıkarma sırası değildi.

Bu kadar zayıf olduğumu bilmiyordum, gerçi sadece sızlayan dudağımdan ötürü değil! İçimdeki büyük korku ve tedirginlik ile büyük baskı altında kalmış olacağım ki gözlerimde beni dinlemeyi bırakmıştı. Gözyaşlarım akıyordu. İlk akan damla pıhtılaşıp elime yapışarak kuruyan kanlı sağ elime düşmüştü.

"Harika! Doğal çeşme. Hem de hijyenik çünkü tuzlu!" diye mırıldandım.

Kendimi bedavaya bir şey yapmış gibi mutlu hissediyordum. Hem yüzümde oluşan belli belirsiz tebessüm ifadesi, hem de gözlerimden boşanan yaşlar ile karşıdan bakan birisi için akıl sağlığı yerinde olmayan biri gibi gözüktüğüm kesindi.

"Evet tıpkı bir deli gibi gözüküyorsun!" diye haykırdı biri.

Dikkatimi verdiğim yerden hızla ayrılıp sesin yönüne doğru kendimi çevirmem saniyemi almamıştı. Bu sefer ne bir cıklama ne bir vahlama, bu sefer normal bir insanmış gibi konuşarak ve bakarak karşımda beliren Dejavu'nun suratında eski muzipliğinden eser kalmamıştı. Büyük bir ciddiyet vardı.

Elleri cebinde değil, abuk sabuk bir şeyler giymemişti. Gayet yerinde, kendine uygun koyu lacivert bir takım elbise, ona uygun ayakkabılar giymişti. Yalnız kıravat takmamış üstten birkaç düğmesini de açık bırakmıştı. Bıkkın adımlarla bana doğru gelip tam yanıma yavaşça oturdu. Bir yandan yaşlarımı silerken bir yandan da, Dejavu'nun bu halini inceledim. Ne olmuş olabilirdi ki? O bir insan bile değildi. Hayal ürünüm olan bu şeyin ne derdi olabilirdi?

"Hey! Neyin var?"

Kafasını duvara yaslayarak, sağ dizini kaldırmış, sağ elini de dizinin üzerine yerleştirmişti. Bitkin ve umursamaz yarıya kadar açık gözleri ile tek bir tepki bile vermedi. Gözleri tek bir noktaya takılı, ağzı çok az açık, bir şeyin şokunu atlatırmışçasına düşünüyordu, ya da dalmıştı bilmiyorum.

Durum ciddileşiyordu, bu çocuk hiç böyle olmamıştı. Yani onu tanıdığım zaman zarfında onu hiç böyle görmemiştim. Elimi kaldırarak hafifçe dürttüm, çok hafif sarsıldı.

"Neyin var Dejavu kardeş?"

Bitkin ve sanki sırtında taş taşımış gibi yorgun bakışları ile beni süzdükten sonra, iki dudağının arasından belli belirsiz bir kaç kelime çıkıverdi.

"Kardeş mi dedin?"

İyice garipleşiyordu, derdi neydi bunun?

"İyi misin? Neden bahsediyorsun ne oldu?" diye tekrarladım.

Başını eski haline koyarken bir yandanda öncekinden daha güçlü cümleleri ile beni susturmuştu.

"Neden kendin öğrenmiyorsun?"

Neyi öğrenecektim? Sanki daha net görmeye çalışırmış gibi bir kaç defa gözlerimi açıp kapadım, sonra baktığı yöne doğru döndüm. Gözlerini diktiği şey, lacivert renkli dışı deri gibi bir şeyle kaplı bir ajandaydı. Bana onu işaret ettiğini düşündüğüm için o deftere doğru yöneldim ancak dışarıdaki sesle tekrar irkildim.

Gürültü ile kapanan kapı, derme çatma odacığın sarsılmasına neden olmuştu. Adam sonunda Yeşim'i kovmuş, eski halini almaya koyuluyordu. Bu aslında benim için pek iyi bir durum değildi. Eve gitmek için son şansımı da kaybetmiş oluyordum. Bu demek oluyordu ki bu gece buradaydık.

Derince bir iç çekişten sonra, tekrar küçük aralıklardan adamı izlemeye başladım. Yaptığım şu şeyi kesmenin bir yolu yok muydu?

Adam her zaman ki gibi yalpalaya yalpalaya, ezildiği dünyanın ağır yüküne inat yürüyordu. Küçük ve ağır adımlarla ilerleyip eski yerine ulaşmayı büyük bir iştahla istiyor gibi gözüküyordu. Ne vardı bu kartonlarla çevrili yerde?

Neden içimi yakıyordu? Attığı her adımı yüreğimin derinlerinde ince bir sızı olarak hissetmem nedendi? Yeniden yerine oturup bir dizini havaya kaldırıp elini üstüne koydu ve kafasını duvara yasladı. Bekliyordu, bekliyordu. Hep bekliyordu. Kimi? Neden bekliyordu?

Sorularıma hiç bir cevap bulmamış olarak arkama döndüğümde Dejavu'nun hâlâ aynı yerde olduğunu gördüm . Kaldığım yerden ajandayı incelemeye devam ettim. Kalın bir ajandaydı içinin dolu olduğu belliydi. Özenle bir sayfa aralarken dejavunun yanına eski yerime oturdum.

Ajandanın sahibi: Tarık sipahi

Demek ajanda Tarık beyinde. Başlığı okur okumaz yüzümde nedensiz bir tebessüm oluşmuştu. "Sonunda onun hakkında bilgi" dedim fısıltı ile.

"Bak Dejavu kardeş, Tarık beyin ajandası"

Ajandayı alıp Dejavu'nun yüzüne doğru tuttum ama tek bir hareket olmadı. Burnumu kıvırarak tekrar ajandaya döndüm. Bir sayfa daha araladım. Tarık beyin şahsi bilgileri yazıyordu. Boy, kilo, kan grubu.. Bir de not tutulmuştu.

Bu, gözlerinin derinliğinde kaybolduğum, beni benden alan tek amacım için hazırlanmış bir ajandadır. Seni seviyorum...

"Bizim Tarık bey de az değilmiş." diye fısıldadım.

Bu kız Hazal samyeli dedikleri nişanlısı olsa gerekti. Gerçi, arkasından iş çevirmiş ama sanırım aralarında güçlü bir bağ varmış. Neyse dercesine başımı sallayıp, işaret parmağımı hafifçe ıslatarak tekrar bir sayfa daha çevirdim. Bir yandan da gözlerim dejavuya kayıyordu. Hâlâ hiç bir kıpırdanma yoktu. Şaşkınlıkla başımı salladıktan sonra bir sayfa daha çevirdim. Altında Tarık sipahi yazan bir resim çıktı karşıma. Genç, yakışıklı, umut dolu ışıl ışıl parlayan bir çift göz ile tatlı bir gençti. Bu Tarık beyin eski bir resmi olmalıydı.

Yinede tanıdık, çok tanıdıktı. Gözlerimi dört açıp resme bakıyor bakıyor içine düşecekmiş gibi oluyordum. Defteri iyice yüzüme yaklaştırıp resmin adeta içinde boğuldum. Fazla incelememe de gerek yoktu işin aslında. Resimdeki kişi tamı tamına Dejavu'ydu.

Dejavu bu adamın ta kendisiydi. Bir dünyadan kopmuş dejavuya bir de resimdeki adama baktım. Gerçekten de o idi!

Kocaman açtığım gözlerimle, titreyen işaret parmağımı Dejavu'ya doğru tuttum ve korku kekelemeye başladım.

"Sen! Sen! Tarık Sipahi'sin!"

MİLYONDA BİRWhere stories live. Discover now