22⭕️

108 30 14
                                    

Güneşin ilk ışıkları gözlerimi gıdıklarken, boğazımdaki kuruluğu hissettim. Nefes alıp verirken zorlanıyor dahası başım ağrıyordu. Oturduğum yere baktım. Yağan yoğun yağmurdan sonra altımda bulunan karton ıslanmıştı. Yani bu durumda bütün gece çamur içinde oturmuştum. Havanın sıcak olduğunu söylemek doğru olmazdı. Açıkça hasta olmuştum ama bundan daha kötü bir şey vardı, o da Tarık'a yakalanmak. Onu sinirlendirmek ya da üzmek istemiyordum. Bu yüzden bir an önce kalkıp gitmeliydim.

Sırtımı dayadığım yere ve elimi yasladığım karton kutuya destek almak için baskı uygulayarak vücudumu kaldırmaya çalıştım. Aslında zayıf bir bünyem yoktu ama işte hasta olmuştum. Bütün gece dışarıda beklersem olacağı buydu. Fazla baskı uygulamış olacağım ki ayağım kaydı ve olduğum yere sertçe oturdum. Hiç gücüm yokmuş gibi hissediyordum. Ağlamak geliyordu içimden çaresizlik çok yoruyordu.

Bir kere daha dişlerimi sıkarak ayağa kalkmaya çalıştım. Bu sefer ayağa kalkmıştım ancak sağı solu karıştıracak kadar dönen başım midemi bulandırıyordu. Sağa gideceğim yerde sola, sola gideceğim yerde sağa gidiyordum ve sonunda Tarık'ın bulunduğu derme çatma kulübenin giriş kısmına düştüm. İstemsizce düştüğüm için çok sert olmuştu. Başım yere çarptığında bütün hücrelerimin ikiye bölündüğünü hissettim. Canım çok yanmıştı.

Uyuyan Tarık hızla gürültünün olduğu yere yöneldi. Yeni uyandığı için beni ayırmakta güçlük çeker gibi bana dikkatlice baktı. Kendimi o kadar kötü hissediyordum ki ne Tarık'ın bana sinirlenmesi ne de kötü davranması umrumda değildi. Kuruyan boğazımı biraz olsun nemlendirmek adına bir iki defa öksürdüm. Ve olduğum yere yeniden yığıldım.

Şimşek gibi yerinden kalkan Tarık, hızla yanıma geldi. Kolumdan tutarak başımı kaldırıp dizine koydu. Bir yandan da yüzüme elleri ile yavaşça çarpıyordu.

"Hazal! Ne oldu sana? Hazal! İyi misin? "

Konuşamıyordum kendimi hastadan çok yorgun hissediyordum, nefes aldığım zaman bile kendimi bunalmış hissediyordum.

" Çok soğuk!"

" Soğuk mu?"

"Çok hastayım."

"Hazal!"

Ağrılarım yüzünden ağlamaya başlamıştım. Bu arada Tarık da beni sırtına alarak evinin içine taşımıştı. Evin içinin dışarıdaki kulübeden farkı yoktu. Anlayamıyordum savaştan bu zamana kadar çok vakit geçmişti neden evi hala bu haldeydi?

Beni bir kanepeye yatırdıktan sonra üzerime örselenmiş bir battaniye örttü. Yüzünde belli belirsiz bir tebessüm vardı. Bir zaman boyunca gitti ve gelmedi. Sonra elinde dumanı tüten bir kase çorba ile geldi. Güneş tamamen doğmuştu. Evin içi aydınlandıkça yapılan hasar daha çok göze çarpıyordu. Tarıkın bunlardan rahatsız olduğu söylenemezdi. Sanki o, bunları gördükçe anılarının, nefretinin yenilenmesine müsaade edercesine bu harabe içinde yaşıyordu.

Daldığım düşünceden kurtarmak adına elini yüzümün önünde bir iki defa sallayan Tarık, tepsiyi yere koyduktan sonra bir kaşık alıp bana doğru uzattı.

Yavaşça doğrularak "Ben yaparım." dedim ve oturma pozisyonu aldım. Çorbadan içerken Tarık'a baktım. Bana bakıyordu.

Bir kaç kaşıktan sonra "Bir şey sorabilir miyim?" diye izin aldım.

Başı ile onay veren Tarık, daha dikkatli dinlemeye başladı.

"Dejan ve kardeşi, üvey kardeşlerin hatta kardeşin bile değiller. Peki ama neden senden bu kadar nefret ediyorlar? Neden elinde olan her şeyi almak istiyorlar?"

MİLYONDA BİRWhere stories live. Discover now