44⭕️

98 24 13
                                    



Kader denilen şey, bir makara gibi döndükçe başa saran uzun bir ip gibidir.

Yaşananlar biter, yenisi başlar, bir kez daha biter ve yeniden başlar.
Taki elindeki ip bitene kadar.

Değişen tek şey; yer, zaman ve mekandır ancak yaşadığın şeylerin en dibinde hep aynı şey ve aynı anlam yatar aslında.
Farklı şeyler yaşadığını düşünürken bir de bakmışsın ki yine aynı noktadasın.

Her insan, kaderini kendi çizer belki de ancak her insana verilen ip önceden ayarlanmıştır. Kimisine upuzun, kimisine kısacık, kimisine beyaz, kimisine rengarenk, kimisine ise kısacık kapkara bir ip verilir.
Kendin sarar, kendin kesersin ipini ancak her şey o ip bitene kadardır.

Elindeki ip bitince geriye dönüp bir bakarsın.
Ne örmüşsün diye.
Kimisi güzel bir atkı örer insanlığa ve kendisine faydalı. Kimisi bir paspas örer yerlerde çiğnenip basılıp geçilen.
Kimi de hüsran ile perişan eder kendine verilen ipi. Kısa kısa kesip çöp eder tüm hayatını.

Benim için kader, sürekli sardığım bir makarayken ipimin ne zaman biteceğini bilmemek en çok yorulduğum şey.
Rengarenk sahip olduğum bu ipi sürekli kullanıyorum. Ortaya güzel bir şey çıkmasını umuyorum ancak olurda her şey mahvolursa ve tam o zaman da ipim biterse ne yaparım hiç bilmiyorum. Tek dileğim, bana verilen ip bitmeden hem kendime hem de insanlığa yararı olan bir şey çıkarmak. Bunu herkes için de diliyorum. Tüm insanlık için...

Lapa lapa yağan karın altında adeta uçan otobüsümüz içinde kimi zaman uyuyup, kimi zaman bir şeyler yiyor bir an önce Türkiye'ye ulaşabilme hayali kuruyordum.
Sürekli oturduğumuz için ağrıyan vücudumu hareket ettirmek adına bazı zamanlarda ayağa kalkıp koridorda bir kaç adım atıp yeniden otuyordum.

Tarık'ta çoğu zaman uyuyordu. Uzun zaman boyunca hırpalanan vücudu dinlenmek istiyordu sanırım.

Yolculuğumuzun beşinci saatinde otobüs mola verdi ve yaklaşık bir yarım saat sonra hareket edeceğimizi anons etti.
Anonsu duyan Tarık elimi tutarak "Hadi dışarı çıkalım. Uzun süredir oturuyoruz biraz temiz hava alalım." dedi.

Zaten ben de bunu istiyordum.
Fazla beklemeden otobüsten aşağı indik.
Kar diz boyu kadardı. Farklı bir ülkede olmamıza rağmen kar her yerde seviliyordu. Hem Bosna'dan hem de Türkiye'den uzaktaydık ama insan yine aynı insandı.

Muhteşem beyaz altının dünyaya yaptığı efsanevi görsele kapılan insanlar, büyülenmişçesine karın tadını çıkarıyorlardı.
Tarık sıcak bir şeyler almak için restorantımsı yere gittiğinde ben de etrafı seyretmeye devam ettim. Birlikte kar topu oynayan bir aileyi izlerken kocaman bir kartopu yedim başıma. İçinde taş mı vardı ne? Canım acımıştı. O ailenin atması imkansızdı çünkü arkaları dönüktü. Etrafıma baktım Tarık'ta yoktu. O zaman bu kişi.
Düşünemeye devam ederken, ikinci kar topunu da yedim.
Dejavu hınzırca sırıtıp üçüncü kar topunu hazırlarken "Ya! Seni var ya!" diye bağırdım.

Ağrıyan başımı tutarak dejavuyu doğru koştum.
O kadar hızlıydı ki yetişemiyordum.
Üzerine giydiği deri ceketinin gri sweet kapşonunu yakalar yakalamaz sıkıca tuttum ve yere çektim. Aslında böyle zayıf bir çekmeyle yere düşmezdi ama sanırım ayağı kaymıştı. Onun düşmesi ile ben de düştüm. İkimizde yere sırtüstü yattık. Karın üzerine yatmıştım ama hiç üşümüyordum.
Yüzüm gökyüzüne bakınca bomboş bir özgürlük gördüm. Rengi olmayan bomboş bir özgürlük. Uzun zaman olmuştu böyle yumuşak bir şeyin üzerine yatmayalı.

Gözlerimi kısıp bu özgür boşlukta kendime küçük bir aydınlık aradım. İşaret parmağımı kaldırarak çizgiler çizmeye başladım. Beni izleyen Dejavu "Hoh." diye ses çıkarıp ağzındaki sıcak havayı üfledi. Sıcak hava bir bulut gibi uçarak işaret parmağımın üstüne denk geldi. Sanki bir bulutun içinde parmağımı gezdiriyormuşum gibi olmuştu. Bana ait bir bulut.
Hızla elimi indirip yüzümü Dejavuyu döndüm.

MİLYONDA BİRМесто, где живут истории. Откройте их для себя