41⭕️

91 25 14
                                    

Çok eskiden, havanın durumu insanın yüreğine göre değişir derlerdi.

Eskiler hep birşeyler söylerdi zaten.
Atasözleri, deyimler tüm bunlar eskilerden çıkma değil mi?
Nasıl oluyor ?
Nasıl oluyor da, eskiden bu kadar çok şey biliniyordu?
İnternet bile yoktu.
Nasıl anlıyorlardı yüreğe göre değişen hava durumunu?

Bunu anlayacak kadar büyümedim aslında, ya da daha da zekileşmedim ama eskilerin bu sözünü şimdi daha iyi anlıyorum sanırım.

Paramparça olan kalbim herbir parçasını dağıttı etrafa.
Parçaları dağılan kalbimin içi dökülüyor.
Belki bir bardak su boşalır gibi, belki bir sürahi, belki de bir okyanus.

Tutamıyordum.
Sahip olamıyordum.
Önüne geçemiyordum.
Ne göz yaşımın ne de kalbimin içine biriktirdiklerimin.
Tıpkı gökyüzü gibi...
Gökyüzü de benim gibi açmış gönlünü döküyordu yeryüzüne ne varsa içinde.
Kim bilir ne yaptı yeryüzündekiler de, bu kadar kırıldı gökyüzü.
Canı çok yanmış olmalıydı.
Paramparça olmuş olmalıydı.

Ne önünde duran bulutlar ne de dağlar, engel olamıyorlardı gökyüzünün gözyaşlarına.
Tıpkı benim gibi...

Tarık'ın beni bindirdiği taksinin içinde hızla ilerliyordum. Sanki beni kaçırıyormuşçasına gaza basıyordu adam. Tarık'ın gözümün göremeyeceği yerde kalmasının üzerinden çok geçmişti. O kadar hızlı gidiyorduk ki her şey bir rüya gibi gelmeye başlamıştı. Kendi kendime kaldığım o zaman içinde, yaşadığım her şey bir bir gözümün önünden geçti. Sanki, sanki bir rüya gibi imkansız gelmeye başladı her şey.

Hava da bana inat gibi öyle kötüleşmişti ki. Daha öğle olmamıştı ancak kapkaranlıktı. Siyah bulutların örttüğü gökyüzü olabildiğine akıtıyordu gözyaşlarını.

Uzun zaman sonra yağmurun yağışını izlemek farklı hissettirmişti gerçi. Esir kampındayken hiç yağmamıştı.
Aslında özlemiştim yağmur ile ıslanan toprağın kokusunu ancak neden bu kadar ağır geliyordu?
Ne bu kadar acıtıyordu canımı?
Ayrılık mı? İhanet mi? Aptallığım mı? İnsanların kara kalbi mi?

Aslında ben, ben, öyle çabuk pes edecek biri değildim ancak tükenmiş olmalıyım.
Ne itiraz edecek gücüm ne de savaşacak durumum kalmamış olmalıydı.

Şimdi ne yapacağım?

Hayatımdaki tek amacım, yegane sebebim yok artık. Kayıp mı ettim, terk mi edildim?
Bu kara dünyada o bile es geçti beni.
O bile, o bile daksille üzerimi çizdi geçti.
Yani ya düzeltti hayatında ki yanlışı, ya da sildi benim gibi kara bir lekeyi.

Durmadan ağlayıp arada bir kendi kendime acı acı güldüğüm için şoför aynadan bana bakıyordu.

Birkaç defa baktı sonunda "İyi misin Hazal?" diye sordu.
Gözyaşlarımı silerek aynada bana bakan gözlere baktım.
Şaşırmıştım, adımı biliyordu. Tarık'ın öylesine çağırdığı biri olarak düşünmüştüm ama beni tanıyor muydu yani?
Sadece aynada bana bakan bir çift göze baktım. Ne bir şey söyledim ne de cevap verdim.

Saçlarına ak düşmüş ancak dipdiri duran bu adam garip gelmişti bana. Nasıl bu kadar yaşına inat böyle diri gözükebilirdi? Hiç derdi tasası yok muydu?

Halbuki ben, bu genç yaşıma rağmen adeta çökmüştüm. Daha bir genç kızken eriyip gitmiştim.

Zayıflamış, erimiştim. Yanaklarım içine çökmüş elmacık kemiklerim çıkmıştı. Alnımda çizgiler oluşmuş kaburgalarım sayılır hale gelmişti.

Belki de kıskanmıştım amcayı.
Nasıl bu kadar iyi olabilir diye. Konuşmak istememiştim ama o bırakmadı. Yeniden sordu.

"Hazal kızım, ben senin baban sayılırım. Bana anlatabilirsin. Niye ağlıyorsun?"

MİLYONDA BİRWhere stories live. Discover now