15: bir avuç dolusu hapı tek seferde yutmak

867 117 28
                                    

time is running out - muse

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

time is running out - muse

Daha önce, alçak gönüllülük yapamayacağım tek bir konu olduğunu söylemiştim; zeki bir adam olmam. Hatırlıyor musunuz bunu? Tamam, şimdi siktir edin bu dediğimi. Ben, Park Jimin, dünya üzerindeki en aptal heriftim. Hayır yani zaten aklın karışık, zaten düşünemiyorsun neden içip üstüne bir de aklını karıştıran adamla konuşuyorsun ki?

Sabah bir baş ağrısı ile uyandım. Beni öldürecek türden değildi ancak, varlığı rahatsız ediciydi. Dün o mesajı attıktan sonra uyuyakalmıştım, zaten o da görüldü atmıştı. Aklım yerinde olsaydı, hiçbirini yazmazdım, hiç birini. Ama gelin görün ki iki bardak viskiye nakavt olmuştum. Yüzüm alev almış, aptal aptal gülümsemiştim. Hayır yani sikeyim, kim bir öpücükten -ve bolca okşamadan, sarılmadan, temastan, saçları arasında dolanan parmaklardan, boynundaki izlerden- etkilenirdi ki? Of Park Jimin, sikeyim senin aptal aşk hayatını Park Jimin.

Hiçbir şey ama hiçbir şey yapmak gelmiyordu içimden. İmkanım olsa bütün gün yorganın altında kıvranırdım. Ancak kalkmam ve derse gitmem gerekiyordu çünkü devamsızlık yapacak seviyede değildim artık. Tek isteğim Taehyung ile karşılaşmamaktı. Hepsi bu. Ne diyecektim ki ben şimdi buna? Hm? 'Pardon Taehyung ya, yıllardır senin ağzına sıçtım. Ama senden etkileniyorum, kendime itiraf da edemiyorum' mu?

Baş ağrımı önemsememeye çalışarak yataktan kalktım ve banyoya ilerledim. İlk yaptığım şey yüzüme buz gibi suyu çarpmak olmuştu. Biraz daha ayılmış hissediyordum en azından. Sonra diğer işlerimi de hallettikten sonra odama geri döndüm. Kafam allak bullaktı gerçekten. Duygularını hiçe sayabilen ve yokmuş gibi davranan biri asla değildim. Sinirliysem, belli ederdim. Üzgünsem ve moralim bozuksa arkadaşlarım hemen anlarlardı. Hayatımda bir olay olduğunda da akışına bırakamaz, delirene kadar düşünmeye devam ederdim. Hele ki kontrol edemediğim bir durumsa, anksiyetem coşar, iyice gergin birie dönüşürdüm ve bu özelliğimden nefret ediyordum. Bir kontrol manyağı olmaktan.

Bugün yapmam gereken çok iş vardı ve ben aklım bu kadar havadayken nasıl halledecektim inanın bilmiyorum.

Hava, son birkaç günün aksine daha serindi bugün. Bu beni mutlu etmişti. Her ne kadar sıcak havaları sevsem de, bunaltıcı sıcaklardan hiç haz etmiyordum gerçekten. Bu yüzden siyah bir pantolon ve beyaz bir tişört çıkarmıştım dolabımdan. Üstümü değiştirirken gözlerim duvardaki saate takılmıştı. Çok oyalanmış olmalıydım ki, fazla bir zamanım kalmamıştı evden çıkmak için. Yine de heniz geç kalmış sayılmazdım.Bu dönem derslerimin neredeyse hepsi sabahtı ve ben bundan nefret ediyordum.

Masamın üstündeki çizimleri almış, sırt çantamı da bir omzuma attıktan sonra hızlıca mutfağa doğru ilerlemiştim. Lakin gördüğüm beden beni şaşırtmaya yetmişti. Hoseok her zamankinin aksine bu sefer salonda oturuyordu. Genelde benden önce çıkmış olur, ya da odasında takılırdı. "Hoşik?" diye seslendim. Biraz dalgın duruyordu. Üstünde ayıcık resimleri olan bir pijama takımı giyiyordu ve çok sevimli duruyordu. "Hey," Yanına ilerleyip elimi yüzünün önünde salladım. "Duyuyor musun beni?"

there's something burning inside Where stories live. Discover now