16: pembe kravat ve kalp kırıkları

840 118 58
                                    

the adults are talking - the strokes

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

the adults are talking - the strokes

Hayatımda yapmaktan nefret ettiğim bir takım şeyler vardı. Mesela bulaşık yıkamak ya da çöpü dışarı çıkarmak gibi. Muhtemelen hepimiz nefret ediyorduk bunlardan, değil mi? Ancak en nefret ettiğim şeylerin başında gelen, aynı zamanda en sevdiğim şeylerle  çelişiyordu.

Değişim. Ta kendisi.

Üniveriteyi kazandıktan sonra ve Seul'e taşınmam gerektiği aklıma vurunca çok paniklemiştim. Başka bir şehirde tek başıma yaşamaya hiç hazır değildim. Taşınmak, yeni bir hayat kurmak beni ölesiye korkutmuştu. Ancak şimdi dönüp bakınca, gelmeseydim eğer neler olurdu tahmin edemiyordum. Her ne kadar okurken zorlanıyor olsam da bölümümü seviyordum, çok güzel arkadaşlar edinmiştim ve üstüne, Busan'daki sanat okulundan ayrıldıktan sonra buradaki çok daha prestijli bir dans stüdyosuna gitmiştim. Gerçi sakatlığımdan dolayı bir senem kayıp geçmiş, ertesi yıl da ben kendimi hazır hissetmemiştim ama yine de sahneye dönmek için can atıyordum. En önemlisi, Paris'teki bir okulla anlaşmaları vardı ve belki günün birinde... Kimi kandırıyorum, değişimden korkan bir adamdan bahsediyoruz.

Değişim, ilginç biri. Biri diyorum çünkü bence o, simsiyah takım elbisesiyle uyumlu siyah bir şapka, ancak pembe kravat takan biri. Uzaktan baktığında korkutucu duruyor, yaklaştıkça pembe kravat gözüne çarpıyor, yanına gidip sormak istiyorsun neden bu kravatı taktığını, ancak korkuyorsun çünkü karanlık. Yeterince cesaret toplandığında ya da o sana geldiğinde sorabiliyorsun belki, cevabı verip vermemek onun elinde.

Bilmiyorum, asla cesur biri olamamışım gibi hissediyordum. Babama kolay kolay seni seviyorum diyemez, tek başıma sinemaya gidemez, okul gezisinde herkesin tırmandığı o yüksek ağaca tırmanamazdım. Hoşlandığım birine gidip seni seviyorum da diyemezdim. Hep karşı tatafın atağını beklerdim. Ya da... Kolay yola baş vurup sarhoş olur, reddedilirsem unutmaya zorlardım kendimi, hep böyle olmuştu.

Şimdiyse, iki büyük pürüz yaşatıyordu bana, bay Değişim.

Şimdilik en çok aklımı meşgul edense final projemdi. Şimdiye kadar çok proje çizmiştim ve genel bir tarzım vardı hep. Aynı temada, aynı tasarımlardan yürüyordum. Hocalarım da şaşırmıyorlardı, bu yüzden zorla bay Değişim'in karşısına itilmiştim ve projemi değiştirmek zorunda kalmıştım. Ki, bugün de o gündü sonunda. Bütün çizimleri, tasarımları hazırlamış, bekliyordum. Dizimi gerginlikten sallayıp duruyordum ve sınıfımdakilerin de aynı durumda olduklarının farkındaydım. Biraz ötemde duran Ryujin hariç. O her zaman daha soğuk kanlı gözüküyordu. Her ne kadar genelde çuvallasa da. Yine de bu öz güvenine hayrandım.

Oda sıcak olmasına rağmen ben üşüyordum. Heyecanlanınca ellerim buz kesiliyordu ve bu hiç hoş bir his değildi kesinlikle. Evden çıkarken sıcaktan yanmıştım ancak şimdi eldiven taksam bile olurdu.

there's something burning inside Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin