0.2

2.1K 179 50
                                    

Ah O Gözlerin!

Asia Minor * Mahzun Gözler

Muhtar Efe ile geçen konuşmalardan sonra Gazeteci Mehmet karmakarışık düşünceler içine girdi. Şaşkınlık içinde oturduğu çardaktan ayaklanıp bir uçtan diğer uca volta atarken bir eliyle saçlarını sıvazlıyor, diğer eliyle yakasını gevşetiyordu. Yüreği gümbür gümbür atıyordu; demek eşcinsel bir hikayeydi içinde olduğu. Kesin olmasa da böyle bir olasılık vardı demek... Heyecanla düşündü delikanlı, böyle bir hikayeyi her yanıyla işleyip gazeteye verse büyük ses getirirdi. Reklamın iyisi kötüsü olmaz hesabı, gazeteleri birden dikkatleri üzerine çeker ve böylelikle senelerdir uğraşılabilecek bu camiada ismini duyurma mevzusunu bir haberle halledebilirlerdi. Üstelik bu haberin kendisine ait oluşuyla ilk işinde ve ilk haberinde statü kazanabilecekti. Bir de bunun kötü olasılığı vardı ki, o da gazetenin mevcut halinde okuyucusu olan birkaç kişinin gazeteyi okumaktan vazgeçeceği ve sükse getireceğine olan inancının negatif yönde olacağıydı. Tepki çıkabilir, bu tepkiler hastalık gibi en alakasız kimseye dahi bulaşabilir ve gazete kapanabilirdi. Zor zekat iş bulabilmişti delikanlı, o da henüz halka sunulmuş bir gazetedeydi. Eğer bundan olursa bir daha iş bulabilme ihtimali gözünde büyüyordu; İstanbul'da işsiz olmak demek ölmek demekti.

Sıkıntıyla derin bir nefes aldı. Sonra fark etti ki ilgilendiği tek şey, haber niteliği taşıyıp taşımaması ve bu haberin getirebileceği basit düzeyde düşünülmüş sonuçlarıydı. Hasan ve Ali üzerinde hiç düşünmüyordu; hakikaten eşcinsel bir hikayenin iki ana karakteri miydiler, ne olmuşlardı, Ali neredeydi, Hasan neden onu arıyordu..? Kaşlarını çatarak çardağın girişinde durdu, ayağı çıkıp çıkmakta gidip gelirken Muhtar Efe elinde bir tepsiyle çardağa geliyordu.

"Otur oğlum, kahvaltı edelim." dedi gülümseyerek. Az önceki sıkıntılı hali gidivermişti ya da gizlemek konusunda ustaca bir tavır sergiliyordu. Gazeteci Mehmet bile olasılıklar arasında bembeyaz bir suratla oradan oraya yürürken Muhtar Efe birebir olayın içinde olmasına rağmen nasıl böyle serinkanlı olabilirdi birden, aklı almıyordu. Birkaç adımla geriye dönüp oturdu, Muhtar Efe tepsiyi koyarken ona yardım etti. Köy sofrasından umduğu gibi kahvaltı taze yeşillik, çekirdekleri kocaman olmuş salatalık, sulu domates ve ağzına attığı an "Esas peynir buymuş, esas zeytin buymuş!" dedirtecek lezzetlerle doluydu. Fakat Gazeteci Mehmet, bu kahvaltı sofrasında dahi durup Hasan ile Ali'yi soracak oluyordu. Bir süre dişini sıktı, konuşmamak için ağzına sürekli ya zeytin attı, ya ekmek tıktı. Tam, ne olacaksa olsun, soruyorum, dedi ki çardağın önünde "Ali..." dendiğini duydu.

Muhtar Efe ile aynı anda başlarını kaldırdılar. Tahmin ettikleri gibi kapıda dikilip "Ali..." diyen Deli Hasan'dı. Gazeteci Mehmet hemen bakışlarını Muhtar'a dikti. Her hareketini, yüzündeki her mimiği gözetim altına aldı; ilkin suratında hüzün gördü Efe'nin, sonra çaresizliği belli eden bir dudak büzüş ve gölgelik eden kaşlarla başını eğdi. Derin bir soluk aldı ki Mehmet bu soluğu, derinden hissedilen pişmanlığı yordu. Elinin titremesine bakınca şaşırdı, hakikaten büyük yüktü içinde olduğu. Ne olmuştu da, ne olmuştu da..?

"Hasan!" dedi Muhtar Efe neredeyse bağırarak. Kenardan bir ekmek aldı, arasını açıp içine peynir, çekirdeğini ayıkladığı zeytin, domates ve salatalık koyup "Gel hele gel!" dedi. Gazeteci Mehmet gözlerini Hasan'a dikti yeniden. Bir ayağını sürüyerek gelen delinin perişan kıyafetlerine, yırtık ayakkabılarına baktı. Siyah saçlarına bit düşmüş olacaktı ki kaşıyıp duruyordu. Sakallarında ve üstünün her yanında kurumuş çamur vardı. İçi acıdı adama Mehmet'in. Burukça gülümsedi; tüm hikaye hakkında düşündüğü gazete işleri ve merak, yerini duygusal hislere bıraktı. Acıdı ona, merhamet duydu; yardımcı olmak istedi fakat sadece gülümsemekle yetindi.

Muhtar Efe ayaklanıp eliyle dürdüğü ekmeği vermek için gidecekti ki delikanlı da ayaklandı; Muhtar Efe'den izin isteyip kendisi vermek istedi. Dik dik baktı Efe, az önce alttan alta 'Deşme' dediyse de genç adamın kendisini hiç dinlemediğini düşündü. Yine de vermesine karışmadı.
Ayaklarına terlik geçirdi Gazeteci Mehmet, Muhtar'ın hoşuna gitmediğini bilse de Hasan'ın yanına adımladı. Ama aksi gibi kendisi yürüdükçe Hasan geriliyordu. Baktı olacağı yok, olduğu yerde durdu. Ekmeği tutan elini ileri uzattı. Hasan birkaç dakika dikilip sağa sola baktı, saçlarını kaşıdı kaşıdı kaşıdı... Sonra yavaş yavaş delikanlının yanına adımlamaya başladı. Geride kalmış Muhtar Efe gibi Gazeteci Mehmet de her hareketini büyük bir dikkatle izliyordu. Uzamış tırnaklarına dolmuş pislikler gibi simsiyah olmuş elinin ekmeğe uzandığını görünce ikisi de mutlulukla gülümsedi. Delikanlı sarılmak istedi o anda, yüreği bastırmadığı şefkatle dolmuş taşıyordu ama ürkütmemek için hareket etmeden olduğu yerde beklemeye devam etti.

O ara şaşırtıcı bir şey oldu. Hasan, Gazeteci Mehmet'in elindeki ekmeği alırken kirpiklerini kaşlarına değdirip delikanlının gözlerine dikti gözlerini. Dudağı bir duayı mırıldanır gibi hareket ederken hala "Ali..." demekte olduğu kestirilebiliyordu az çok. Fakat dudakları da kıpırdamayı bıraktı. Küçük Ahmet'in "Bana kalırsa aklı vardır az çok." derken ne demek istediğini iliklerine kadar hissetti Mehmet. Tüyleri diken diken oldu, nutku tutuldu, bir an nefes almayı unuttu. Karşısındaki adamın tüm kılığı kıyafetini, tavrını, perişanlığını bir kenara bırakıp sadece gözlerine baktığında bir deli değil, olanca öfkesiyle, sertliğiyle, hüznüyle, aklıyla acılı bir adamın durduğunu anladı. Bir anlık bir haldi gördüğü; elinde tuttuğu ekmeğin boşluğuyla beraber Hasan da ardını dönüp yürüdü.

"Ali... Ali... Ali..." Dedi tekrar. Fakat bu sözler Gazetecinin kulağına hep duyduğundan farklı geldi. Annesinin mezarında ağlayan küçük bir çocuğun sızlanarak geri dönmesini söylemesi gibiydi. İlk defa Ali bir isimden çıkmış, acının adı haline gelmişti. Hasan'ın uzaklaşmış sırtına bakmaya devam ederken yüreği acıyla doldu Mehmet'in. Hiç duygulu bir adam olmamıştı ama Hasan'da onu üzen bir şeyler vardı, görmesi dahi yetiyordu yüreğinin ikiye ayrılıp kanamasına.

"Evlat gel, çayın soğuyacak!" diyiverince Muhtar, ancak kendini aldı Hasan'dan. Geriye dönüp doğruca çardağa yürüdü.
Fakat Muhtar Efe susmamış devam etmişti;

"Bunun aklı kalsaydı en azından, yazık..." diyiverince delikanlı şaşarak Efe'ye döndü.

"Nasıl, deli değil miydi Hasan?"

"Yok" dedi Muhtar Efe, "Evvelden meczup olan Ali'ydi, Hasan çobandı. Sonra bu garip de aklını yitirdi."

Gazeteci Mehmet afallayarak elindeki çay bardağını bıraktı. Kaşlarını olabildiğince çatarken "Ne oldu da yitirdi?" diyerek yönünü Muhtar'a döndü, devam etmesi için gözlerini yüzüne dikti . 

Muhtar Efe ise yeterince konuştuğunun bilinciyle bir daha ağzını açmadı.

Meczup Ali (Gay) •Tamamlandı•Where stories live. Discover now