0.3

2K 163 30
                                    


Dağa Yönelen Adımlarım, Senin Gölgende

Alpay * Dağlar Engel Oldu

Kahvaltı boyu Gazeteci Mehmet'in dalgın gözlerinden, derin derin soluyup ağzında beklettiği ekmekten, bir açılıp kapanan ağzından döküldü dökülecek duran kelimelerden Muhtar Efe kafasının epey karışık olduğunu anlamıştı gencin. Fakat yüreğinde biriktirdiği vicdan yarasını daha deşmemesi için konuşmama yemini eden dişsiz ağzı, karanlığını bir türlü aydınlatmasına izin vermiyordu. Geçmişe geçmiş demek iyiydi, ruhu hafifliyordu Efe'nin, ama bir dile gelmeye görsün, şimdiyle renklenen geçmişi gelecekten kimse alıkoyamazdı. Evvela Gazeteci Mehmet'in dilinde, duvarda bekletilen tel peynir gibi süne süne sallanır, sonra tüm köye yayılarak kundaktaki bebekte bile yaşardı sinip giden hatıralar. Kafasını yastığa koyunca zor susturduğu yüreği büyümekte olan çocukların gözlerini aşıp dağlara değin uzanırdı, sözgelimi birden evinin duvarı olup üzerine yıkılırdı. Bundan dolayı ağzını sımsıkı yumdu Efe, bir peynir dedi bir zeytin ama bir daha ne Hasan dedi ne Ali. İşte bu sebepten Gazeteci Mehmet, lokmalarla bastırdığı kelimelerini yutup gözleriyle sorguladı muhtarı. Besbelli bununla yaşamayı öğrenmişti Efe, ne ile yaşadığını net bilmese de bir yürek sancısıydı gözlerindeki göz kapaklarıyla gizlemeyi bildiği. Bir dil yarasıydı ağzını açmayıp dinlendirdiği, bir vicdan mürekkebiydi içindeki dehlizlerde yazıp durduğu... Ah bir ağzını açsa tüm karalamaları dökecekti önüne. Ah bir konuşsaydı Efe, ah bir konuşsaydı! 

Ağzındaki son lokmayı güç bela yutup ayaklandı Efe. Sanki onun kalkmasını bekler gibi bir korna sesi doldurdu avluyu. Kendi zihinlerinden kurtulduklarını anlamaları geç sürmedi, ikisi de anında kornanın geldiği yöne dönmüşlerdi yüzünü. Gazeteci Mehmet arabasını tanıyınca da ne aklında Hasan ne Ali kalmıştı. Muhtar gibi o da ayaklandı. Ağız dolusuyla "Şükürler olsun!" dedi ilkin. Ellerini üzerine gelişigüzel sürerken çardağın önünde duran arabasının sürücü koltuğundan inen Küçük Ahmet'e baktı. Gözlerinde daha önce traktörden başka görmediği araca karşın çocukça bir heyecan ve merakla ona koşturan Gazaceti'ye döndü:

"Ağabey! Senin bu araban neymiş böyle?!"

Gazeteci Mehmet de gözlerinin içi gülerek çocuğun yanına gitti:

"Neymiş, de bakalım..." dedi oyun oynar gibi. Küçük Ahmet arabanın kaputuna elini vurarak:

"Beygir desem beygir değil, traktör desem traktör değil! Canavar gibi amma bir kükremesi eksik!"

Arabasına karşı yapılan bu övgüye karşın Delikanlı sadece sırıtmakla yetindi. Arabanın ilk geldiği anda dağılan düşünceleri yavaştan toplanıp tekrar zihnine hücum ederken Muhtar'ın da arabasını incelediğini fark etti:

"Hayrını gör oğlum. Güzelmiş güzelmiş..." dedi içeriye eğilip koltuklara bakarken. Kör birinin algılamaya çalıştığı nesneye dokunması gibi arabanın her yanında usuldan ellerini gezdiriyor, Delikanlı'nın arabayı ilk kullandığı zamanlarda bir yerlere sürterek zarar verdiği yüzeylerde oyalanarak etrafında dört dönüyordu. Köylük yerde görülen tek araç traktördü haliyle, o da ancak durumu olanlarda görülüyor ve durumu olmayanlar da bu araçlarla hep beraber tarlaya gidip geliyordu. Şimdi gelen Delikanlı'nın arabası değil de büsbütün İstanbul'du sanki. Tarlada olmasa tüm köylüler akın akın gelip, sanki bir seyir varmış gibi oturup izlerlerdi bunu. Muhtar Efe bunu bildiğinden çocuğa dönüp:

"Ahmet" dedi. "Sen gel bunu bizim evin arkasına götür. Ne olur ne olmaz! Şimdi gelen giden çok olur, bir yerine bir şey olur da altından kalkamayız vallahi." 

Küçük Ahmet daha soğumayan şoför koltuğuna heyecanla oturup "Ulen" dedi içinden. "Traktörden ne farkı var bunun? Aynı sürülüyor amma... Amma işte! Farklı bu başka... Başka... Canavar bu canavar! İki sürsem... İzin verseler her gün sürerim. Başka bu başka!"

Meczup Ali (Gay) •Tamamlandı•Where stories live. Discover now