1.0

1.2K 107 40
                                    

Yaşanmayan Zaman

LSD Orkestrası *  Neye Geldim Dünyaya

Uzun kavak ağaçlarının rüzgarla salınan kuvvetsiz bedenlerinden süzülerek sancılı düşüncelere atılmadan evvel ter içinde uyuklayan bedene doğru esen bir hüzün, düzensiz inip kalkan göğsün üzerine bir serinlik üfledi. İçi yanan fakat uykunun rahatlık bahşeden gölgeliğinde dinlenerek bu alevden bir anlığına sıyrılan bir çift göz, Güneş'in yakıcı gerçekliğine doğru hızla aralandı. Bu gözlere bakan herhangi bir kimse, bir iki adım gerileyerek şaşkınlıkla aralanmış dudaklarına ellerini bastırabilirdi zira kanla dolmuş, uykudan değil de ölümün kıyısından uyanarak çıkmış bu gözlerde bir dehşetin izi, korkunç bir yaşanmışlığın silik gölgesi sürünüyordu. Metafizik konularına ilgili bir insan, henüz tanıdığı gazetecinin gözlerinde daha evvel hiç denk gelmediği bu dehşet kıvılcımına yönelik "İçine diğer dünyanın azap dolu ruhu girmiş." diyebilirdi fakat bereket versin, etrafta bir tek kimse yoktu. Bunun, kendisi için bahşedilmiş bir lütuf olduğundan bihaber Delikanlı, gözbebeklerinin siyahlığını aratacak denli küçülmüş gözleriyle etrafına bir göz attı. Uzandığı sedirin tahta sertliğinde şöyle bir doğrularak, olduğu yerde iki büklüm büzüldü. Geniş göğsünü eliyle yoklamasına neden olacak denli bir ağrı geziniyordu yüreğinin üzerinde; şimdiye değin derin derin solumuş, Dünya'nın her ferah soluğunu sağlıklı ciğerlerine doldurmuş genç adam birden göğüs kafesi daralmış, ciğerleri haddinden fazla büyümüş gibi nefes yetiştirmekte güçlük çekiyordu. Öyle ki ona birisi, "Şu an hala uykudasın ve yorgan seni boğuyor." dese, silkinerek sonsuza değin uzayacakmış gibi duran bu illet boğuculuktan kurtulmak için çırpınacaktı olduğu yerde. Gel gör ki uyanmıştı genç adam, Dünya her zamanki Dünya idi, Güneş tepedeydi, köy tüm güzelliğiyle penceresinin aşağılarında huzurla uzanıyordu. Bir tek gözlerinin değdiği dağlar kanın dizginlenemez kızıllığını yüreğine dolduruyordu, Güneş'in yakıcılığıyla kavrulmuş bir sır, genç adamın yaşama ümidini ellerinden alıp kendi vahşetine gömüyordu. 

Gözleriyle etrafı taradı genç adam; henüz birkaç zamandır burada bulunmasına ve küçük odanın her bir karışını mesleğinin onda bıraktığı zedelenme neticesiyle en ince ayrıntısına kadar bilmesine karşın ilk defa keşfediyormuş gibi dikkatle süzdü. Bir fark vardı ki o da, Delikanlı'nın ilkin heyecan ve şen dolu olan bakışlarında bu defa kinin, nefretin ve tiksintinin kol gezmesiydi. Beyaz badanalı duvarların temizliğiyle oyalanmış olan gözleri, şimdi "Kim bilir ne tür bir pisliği gömdün yaşanmışlığın dökülen duvarlarına?" diyerek süzüyor; bir tek sertliğinden dolayı şikayetçi olduğu sedire "Kim bilir hangi felaketin nedeni olan kirli bedeni bastırdın desenlerine?" diyordu. Yerde serili olan kilime bakıyor, hangi ayakların, Meczup'a, Ali'ye yapılmış günaha ev sahipliği yapan hangi ayakların dolaştığını düşünüyordu. Birisi Muhtar Efe'ydi. Şüphesiz diğer köylülerin de eli vardı bu meselede.

Derinlerden gelen bir kusma isteği ile ellerini midesine bastırdı Gazeteci Mehmet. Düşüncelerine bir anlık mola verdiren bu bedensel eziyeti gidermeye çalıştı; tavandan sarkan isli bir lamba gözlerinin önüne geldiğinde olduğu yerden kalktı. Bir süre ne yapacağını bilemeyerek olduğu yerde oyalandı Gazeteci;  insanlara yardım etmek isterken bizzat insanlar tarafından öldürülmüş bir kahraman kadar acizdi. Aklına hayaline getiremeyeceği bu insanlık dışı muameleye karşın dayanılmaz bir çaresizlik duyuyordu. Öte türlü öfkeliydi de. Bu iki alışık olmadığı duygu durumunda kendisini ne bu dünyaya, ne öteki dünyaya ait hissediyordu. Gözleri görmüyor, kulakları duymuyordu sözgelimi fakat ne kördü, ne sağır. Bir düş içindeymişçesine sindiremediği bu gerçeklikten haykırarak uyanmak ve kendini beyaz badanalı duvarlara doğru tüm kuvvetiyle fırlatmak, göğsünü zorlayan yüreğini, kırılmış bir kemiğin ucuna saplayarak susturmak istiyordu. Hala nefes alıyor oluşunu şaşkınlıkla düşünüyor, bunu derinlerinde gizli olduğundan şüphe duymadığı bir umudun silik bir siluet gibi farkında olmadığı bir kararın güttüğü sonucuna bağlıyordu. Tıpkı yaralı bir kuşun ölene değin kanatlarını çırpmaya çabalaması gibi bir süre duruyor, dinleniyor ve tekrar bir acının buz kesen soğukluğunda çırpınarak ısınmaya çalışıyordu. Belleğinin, yokuş aşağı duran ve olağanüstü bir gücün bu dermansız ölü taşlar yığınını hala yıkılmaktan alıkoyan kuvvetini düşünüyor, kendisi de tıpkı bu taşlar gibi ölü halde uzanmak istiyordu. Belleğin yittiği bu mezarlıkta kalmak, faydasız yaşam arayışından onu kurtaracak tek yol gibi görünüyordu. Fakat genç adam için, tüm bu azaptan kurtulmanın bir yolu yoktu. Sıyrılamadığı, kendini arındıramadığı ve içten içe normalleştiremediği bu vakanın kendisinde uğrattığı yıkıma seyirci kalarak moloz yığınlarının arasında toza dumana bulanmış vaziyette duracaktı Delikanlı. 

Meczup Ali (Gay) •Tamamlandı•Where stories live. Discover now