2.6

667 52 45
                                    


Kirpiğin Kaşına Değdiği Zaman * Grup Abdal

Mezar

Bir göz süzüşte, rüzgarla taşınan kokuda, farkında olmaksızın değen ellerde varlığın kof çizgileri bulunur. Bu çizgilerin en somut görünürlükleri, yaşlı kimselerin acımasız bir katil tarafından bıçakla çizilmiş gibi duran yüzleri, kezzap değdirilmiş gibi duran benek benek elleri, görmekten usanmış mercimek gözleri, konuşmaktan yorulmuş ve bu nedenle anahtarı zamanın bilinmeyen bir kenarına atılmış sıkı dudaklarındadır. Bu deliller, zihnin çoğu kısmında da gezinir fakat görünür olmamaları insanın es geçmesine neden olur. Fakat ne yazık ki Gazeteci Mehmet, Küçük Ahmet ve Meczup Hasan için bunlar es geçilir nitelikte değildi. Müzeyyen'in çok kısa bir süreliğine mağarada belirmiş olan varlığı, yokluğunun kesin olmazında kendini mütemadiyen göstermekteydi. Günün ilk ışıklarıyla birlikte başlayan oluşun tezatı, kullanılmayan çatalda, içilmediğinden tozlanmış bardakta, ona ayrılmış köşedeki suskun taşlarda ve gün içinde hiç durmaksızın başıboş bir yorgunluk gibi oradan oraya dolaşan adımlarının yankılandığı duvarlarda gezinmekteydi. Bir suskunluk dolanıyordu nicedir; kah Müzeyyen'in olmayışını fark eden köyün kaynamayı bekleyen sıcaklığının suskunluğu, kah Gazeteci'nin Müzeyyen ve Asya'ya dair düşüncelerinin sakin suskunluğu, kah Meczup Hasan'ın "Ali..." diyecekken "Mehmet"e yönelen hayallerinin acı ihtiva suskunluğuydu bu. Dağ gibi başlayan bu suskunluk küçük parçalar halinde kopuyor, bir Gazeteci Mehmet'in başına, bir Meczup Hasan'a düşüyordu. Dışa küsmüş kelimeler canhıraş içinde içe dönüyor ve iki genci de boğuyordu.

Gazeteci Mehmet, önüne koyduğu not defterinin tozlanmış sayfalarına dalgın dalgın bakarken bir eline aldığı kalemin ucunu bıçakla açmaya çalışıyordu. Zihninin, birbirlerinin değin kuyruklarına gölgelerine dahi defalarca basan düşünceleri öyle yoğundu ki, bu eylemini sürekli yenilemek zorunda kalıyordu zira orantısız bir güçle halihazırda incelmiş olan kömürü kırıyordu. Sayfaların üzerine yağmur mu yoksa damdan damlayan birkaç su damlası mı emin olunmayan bir bakışla düşen usul usul kömürler bir yığın halini alırken gitgide eksiliyordu kalem. Bu anda, kendiyle bir benzerlik buluyordu Gazeteci Mehmet. Düşünceleri ne denli yığılırsa kendisi o denli eksiliyordu sanki. Bu gidişle kalem gibi yitecekti; bir yanda tahta kabuklarının sertliği, bir yanda siyaha çalan ucunun tozu, bir yanda gürültüyle yeryüzüne gömülen kömürlerin ölgün hareketsizliklerinin içinde yontularak amaçsız bir yığın halinde silinecekti. Bu düşünceyle bıçağı bir kenara bıraktı Delikanlı. Gözleri duvar kenarında oturmuş Meczup Hasan'a yöneldi. Uzun zamandır onda bir değişiklik sezinliyordu. Ne vakit ona baksa, varlığı sanki orada yokmuş gibi bir boşluğu doğuruyordu. Öyle ki ona dokunacak olsa elleri içinden geçip gidecekti, onunla konuşacak olsa sesinin ulaşması için birkaç milyar yıl gerekecekti. Şimdilerde ise, bunun aksini hissediyordu. Bunu nasıl tarif edeceğini bilemiyordu Gazeteci Mehmet. Fakat sanki Meczup Hasan bir an yoktu, bir ansa vardı. 

Dudaklarını yalayarak olduğu yerde doğruldu Delikanlı. Eline aldığı defterini havada silkeleyerek içine dolmuş tozdan, kömürden, kalem artıklarından kurtardı. Diğer elinde sıkı sıkıya tuttuğu kalemin sivri uzu işaret parmağına batmaktaydı. Meczup Hasan'a yapacağı teklifin tedirginliğini taşıyan zihni de kelimeleri böyle batırıyordu zihnine. Dişlerini sıkarak bu teklifin rahatsızlığını ertelemeye çalıştı. Derin bir nefes aldı beraberinde, Meczup Hasan'ın ona yaklaşan adımları fark ederek başını ona çevirdiğini hissetti. Gerginliği, genç adamın keskin ve düşünceli bakışlarıyla daha da arttı. Bu bakışlar dahi var ediyordu Meczup'u. Evvelinde ona değse dahi yok sayan gözlerinde bir varlığın farkındalığı dolaşıyordu. Hem kendisini hem Mehmet'i var ediyordu gözleri. 

Meczup Ali (Gay) •Tamamlandı•Where stories live. Discover now