1.7

877 79 21
                                    

Kimiz?

Derin iç çekilerle dolu, hastalığın nüksettiği bünyeleri daha da kıran bir gece iki acılı başın üzerinden kayıp gidiyordu. Bir tarafta akmak için sabırsızlıkla bekleyen göz yaşlarını insanlığın ötesinde bir iradeyle tutmaya çalışan yırtılmış bir yürek sağa kıvrılıyor, kıvrıldıkça her kemiği yüreğini zorluyormuş gibi o yana bu yana dönüyordu. Öte tarafta gitmiş olanın henüz idraka sığmaz gerçekliğinin arafında dolanan bir garip berduş, dümdüz yatmış yıldızları seyrediyordu. Kuvvetli bir rüzgar sağ taraftan vurarak kulaklarını buza çevirirken yıldızları ciğerlerine çekti Meczup Hasan. Öyle ki tek bir yıldız kalmadı gökte ve kendi karanlığına, ölümünün yitimindeki sessiz derinliğe gömüldü. Derken başını sağına çevirdi, gözleri hiçbir şeyi seçmezken bir çift parlak gözü seçiverdi. Yıldızlar, içlerinde barındırdıkları ateşle Meczup'un ciğerlerini zorlarken salmadı soluğunu Hasan. Hareket etse dikenlerini güle çeviren çiçeğin yapraklarını uçuracakmış gibi ölmeye yattı. Sağ eli kendiliğinden yukarı kalkarken hayal olduğunu bile bile uzandığı çiçeğin yanağına  usulca kondu. Birden cana geldi çiçek, durup dururken "Çoban." dedi. Fakat öyle geldi ki Hasan'a, demedi de içti Ali. Gözlerine yaşlar hükmederken bir duayı mırıldanır gibi "Kaçma benden... Göz yaşlarım engel olmasın suretini görmeme." dedi titrekçe. Eli, altındaki boşluğun üzerinde usul usul kayarken Ali'nin saçları da dalgalandı hafiften. Özlem, yüreğini ikircikli bir hale sokarken kalkıp boşluğun üzerine atılmak geçti içinden. Fakat henüz ölüsünü göremediği Meczup Ali'nin hayaline sarılmak ikiye böldü Hasan'ı. Dudaklarına akan bir damla yaşın izi kayıp giderken yokluğun can yakan ellerine, yavaşça yaklaştı Meczup Ali. "Gönlünün bahçesinde yaşıyorum ben Çoban. Ölmüşüm gibi davranıp gözlerine yağmurları ekme." Anında dindi Hasan'ın gözleri fakat dudağının kenarında asılı kalmış damlaya uzanan boşluğun sivri tırnakları aralarına girince akıtmadan edemedi. Ali'nin kafası usulca uzanırken gözyaşının birikmiş özlemine, boşluk kavradı Ali'yi. Gitmeden evvel kapanmış gözlerinin ardında ıslak bir dudağın özlem dolu dokunuşunu hissetti Meczup Hasan, bir de özleme eşlik eden ölümün soğuk soluğunu. 

Gözlerini açtığında tüm gök önüne serildi Hasan'ın. "İşte yıldızlar yerinde" dedi kendi kendine. "İşte siyahlık önümde, kadife bir perde misali seriliyor." Elleri yüreğine giderken "İşte yüreğim..." dedi kendini hissettiren sesine. "Fakat içindeki nerede? Ali nerede?" Olduğu yerde doğruldu yavaşça. Akmakta ısrarcı gözlerinden yaşlar firar edecekken Ali çalındı kulağına, tuttu ısrarla. Tam o an yerde kıvranmakta olan Gazeteci Mehmet'le göz göze geldiler. İkisi de birbirlerinin gözlerindeki yaşlarda can bulur gibi anladılar yüreklerini. Birisi "Yazık etme kendine." derken, diğeri "Aşk dedikleri bu muymuş? Beni sevmiyor diye değil de başkasının sevgisi yüreğini yakıyor diye ağlamak mıymış?" diyordu. Bu edebilecekleri tek kelimeymiş gibi sustu Meczup'un gözleri. Kaşlarını eğdi gözlerinin önüne. Ali'nin ellerini ararken dili kesildi, kulaklarına camlar battı da sağır oldu ve dahi birden düştü dağdan da ölüverdi. Başını göğe kaldırırken "Neredesin Ali?" dedi, aynı anda konuştu Gazeteci Mehmet. "Neredesin Hasan?" 

Gün, göğün yollarından su gibi akıp geçerken ıslandı yürekleri. Gözlerine uyku uğramamış iki genç, henüz uyanan kimselerin yaptığı ritüelleri gerçekleştirmek için ayaklandılar. Beraberce dereye indiler, ellerini yüzlerini yıkarlarken Meczup Hasan, köye inmek için erken kalktı derenin başından. Tam o an, ıslak bir el kollarına sarıldı. 

"Hasan." dedi Gazeteci Mehmet. Olduğu yerde bir duvar gibi dikilen Meczup Hasan, adını işittiği dudakların Ali'nin ağzından çıkmadığına öyle üzüldü ki taşları bedeninden birer birer döküldü. Bir moloz gibi toza dumana karışmadan kendine gelip kulak kesildi. 

"Bugün benimle kal. Sana birkaç soru sormak istiyorum." diyerek cümlesine devam etti Gazeteci Mehmet. Elleri, bir yangının korunu avuçlar gibi küle kesti, gözlerinin önünde ufalanıp ayaklarına döküldü. Bu denli ufak temasların dahi kendisini nasıl binbir parçaya ayırdığına şaşkınlıkla şahit oldu. "Ben..." dedi daha sonra. "Ben kendime ne yapıyorum? Kurtulmanın bir yolu yok mu bundan? Beni çekip çıkaracak hangi mantığa sığınmalı, hangi kuvvetli yansımanın ardına geçip de sıyrılmalı bunun içinden? Bir yolu yok mu?"*

Derken Meczup döndü önünü. Bir an esip gürleyecek gibi konuştu gözleri, bir ansa merhamet etti de sarıp sarmaladı sanki Gazeteci'yi. Bir ayağı köye, çıkamadığı mapusa yönelirken bir ayağı merakla Delikanlı'nın önünde tekledi. Olduğu yere çöktü sonra, Gazeteci'nin ışıldayan üzgün gözleri kendisine bakarken başını eğdi. Dereden yansıyan Güneş'in ışığı kaşlarını çatmasına neden olurken kolunda bekleyen elden kurtulmak için hafifçe hareket etti. Aniden çekildi el fakat öyle sandı ki Gazeteci, çekilmedi de koptu eli. Ufak bir omuz silkmeyle olduğu yerde binlerce parçaya bölündü, binlerce defa öldü. Kendisinin onlarca anlam yüklediği temasın, Hasan için ne kadar rahatsız edici olduğunu kavradı. Ona asla dokunamayacak olmanın sivri uçlu gerçeği yüreğinin hanesine yazılırken sarılmanın, öpmenin anlamı gitgide büyüdü. Büyüdükçe daha ulaşılmaz kesildi. Anladı ki uzandığı toprak kendini gömdüğü bir çukurdan ibaret Gazeteci'nin. 

"Buraya gelme nedenim belli..." diyerek söze başlayacaktı ki birden çenesi titredi. Tam ağlamak üzereyken konuşmak zorunda kalan bir çocuk gibi yüreği büzüldü, büzüldü de ne kadar gözyaşı varsa sıktı gözlerine. Boğazını temizleyerek devam etmeye çabaladı Mehmet. "Buraya gelme nedenim mesleğim için bir haber bulmak. Başına gelenlere tam manasıyla vakıf değilim fakat eğer bana anlatabilirsen bunu yazmak istiyorum. Şayet istersen yayımlamam fakat yine de şansımı denemek istiyorum."

Gazeteci, ardı ardına yutkunarak Hasan'ın gözlerine dikti gözlerini. Fakat kaşlarıyla kendini gizleyen, yüreğinin tutmasa koşup da gözlerindeki mezara gömüleceği Meczup'un mezarlığına ulaşamadı. Adımları birbirine dolanıp tökezledi, yüz üstü yere kapaklanırken başını kaldırdı Hasan. Gözlerindeki öfkenin kıvılcımı Gazeteci'nin yüzünde can bulacakmış gibi tekrar eğdi başını. Eli, bacaklarının arasında yumruk halini alırken Ali'nin adının, insanlıktan nasibini almamış, aşk nedir bilmeyen, bir insana yüreğiyle dokunmanın, ona elini uzatıp da bir yerine zarar vermekten korkmanın, canı yanmasın diye canından can verecek olmanın, bir gözyaşına bin göz yaşı akıtmanın ne demek olduğunu bilmeyen insanların ağzında dolanacağını bildi. Yüreğinde kendini değil de bir başkasını taşımanın ve onun artık olmamasının ne demek olduğunu bilmeyen, mevzuya sadece iki erkek diye bakan bencil zihniyetlere Ali demenin ne denli korkutucu olduğu gerçeği gözünde büyüdü. Olduğu yerde dudakları seğirdi Meczup'un. Tam kalkacaktı ki "Gazetecilik..." dedi. "Gevezelik mesleği." 

Gazeteci'nin gözleri, olduğu yerde çukurlarına gömülürken ayağa kalkan Hasan'ın güneşinde eridi. "Bunu..." dedi yaşlar artık durmak yerine akmayı tercih ederken. "Bana bunu daha önce de söylemiştin. Hatırlıyor musun?" 

Kendisine bakamayan Mehmet'in küçülmüş bedenine üstten baktı Meczup. Cevabı, avurtlarına gömmüş gibi yüzü çöktü. Ardını dönerken köye dikti gözlerini. Tam o sıra Küçük Ahmet'in kendisine gelmekte olduğunu gördü. "Ali... Ali... Ali..." diyerek kendi yüreğine yüreğindekini hatırlatırken Ahmet'in tek olmadığını gördü. Yanında şalvarlı, yaklaşık yirmili yaşlarda bir kadın daha geliyordu. Üstü başı darmadumandı. Soluk soluğa kaldığından yüzü mora kesmişti fakat tek morluk bu da değildi. Her yanı yara bere içindeydi genç kızın. Olduğu yerde durdu Meczup Hasan. Gelenleri fark eden Gazeteci de ayaklanmıştı ki Küçük Ahmet, ağlayarak selamladı ağabeylerini. Elindeki azık poşetini yere koyarken olduğu yere yığılan genç kızı gösterdi. 

"Gidecek başka yeri yoktu ağabey. Getirmesem öldüreceklerdi." dedi. Kaşları çatıldı Gazeteci'nin.

"Kim kimi öldürüyor?" dedi kontrolünü sağlamaya çalışırken. Meczup'un yanına adımlayıp dururken Küçük Ahmet'in dedikleriyle olduğu yerde buz kesti. 

"Bu kız..." dedi Ahmet. "Bir başka kızı seviyormuş." 



Meczup Ali (Gay) •Tamamlandı•Where stories live. Discover now