0.4

1.8K 153 28
                                    

Acının Kudreti

Cem Karaca-Dervişan * Sevdan Beni

Gazeteci Mehmet ile Meczup Hasan'ı dağın üzerine konmuş iki kartal gibi uzaktan izleyen Küçük Ahmet, birbirlerini kovalayan bu iki gölgenin neden birdenbire durduğunu anlayamadı ilkin. Yankılana yankılana kulaklarına kadar ulaşan "Ali'yi biliyorum!" sözünün kendisinde uğrattığı en ufak bir tesir yokken her şeye kayıtsız, dudaklarından "Ali..." hariç bir kelime dökülmeyen, ilginç bir ayrışma halindeymişçesine kendini tekrar eden hareketlerden başka eylemi olmayan Meczup Hasan'ın neden durduğunu kavrayamadı. Oturduğu taşın sivri yüzeyiyle ağrıyan kalçasını umursamadan köye dönmek istenci duydu fakat çocuk ruhuna doğan bir endişe onu ayaklarının üzerine sımsıkı dikti. Yaşından büyük gözlerinde dolaşan olgunlukla birkaç adım ileriye adımladı, sanki noktalar gözünün önünde değil de kalbinin içinde oynuyormuş gibi her şeyi daha net görür oldu. Telaşla gözlerini açtı, yüreğine doğru eğdi başını. Açılmış gözleri ruhuna doğru üflenen sezgiden dolayı korkuyla yumuldu. Neler olacağını bilen bir Tanrı gibi titreyerek bekledi oynayacak senaryoyu. 

Bu sırada Gazeteci Mehmet, olduğu yere kuvvetsizce yığılmış yarıştan yeni çıkmış bir at gibi hırıltıyla soluyordu. Nefesini düzene sokabilmek için bazı bazı burnundan nefes alıp ağzından veriyor, yetmediğini fark edince ağzından solumaya devam ediyordu. Güneş, tam tepesinde geziniyor, az evvel köyün gölgeliklerinde keyifle uyumak istencini kamçılıyordu. Zira biraz sonra buraya bayılacak gibi hissediyordu. Sıcağı oldu olası sevmeyen bünyesi, havayı dayanılmaz kılıyordu. Oksijen değil de yüzüne doğru esen sıcak fönü yutuyordu sanki. Etraftan çıkabilecek zararlı hayvanların kendisine vereceği zararı dahi umursamadan geriye doğru uzanmış, direkt yüzüne vuran Güneş'ten yanan yüzüne, eliyle gölgelik yapıyordu. Hali kalmamıştı, durup durup "Bunca çileye İstanbul'a elimde bir şeyle gitmezsem..." diyor, sonra derinden bir of çekiyordu. Hasan'ı, zamanda asılı kalmış bedenini, donmuş hareketsizliğini tamamen unutmuş vaziyette dinlenmeye çalışıyordu. Fakat hemen sonra hatırlattı kendini Meczup Hasan. 

"Ali..." dedi usulca. Fakat öyle bir usuldü ki bu Gazeteci Mehmet'in sesinden daha kuvvetle yankılandı. Dinlenmeye bıraktığı bedenini bırakıp hafifçe doğruldu Delikanlı; kaşlarını çatarak hatırladığı mühim bir meseleyi tartan iş insanı ciddiyetiyle tüm algılarını açtı ve Hasan'ı izledi. 

"Ali..." dedi Meczup Hasan yine. Gazeteci Mehmet bir eliyle uzandığı topraktan destek alarak ayaklarının üzerinde kalktı. Terden ıslanmış saçlarıyla kıyafetleri çamurlaşmış topraktan ibaretken kendisine gelen sesin tınısını ayırt etmeye çalışıyordu. Henüz köye geleli birkaç gün olmuştu fakat öyle sanıyordu ki Hasan'ın Ali derken sesinin renginde neler yattığını ayırt edebilecek denli dikkat kesilmişti. Şimdi Hasan'ın sesinde şaşkınlık seziyordu, dar vadiden dolaşan bir ırmak gibi dingindi rengi. Döküleceği birikintiyi arayan ırmak kadar sabırla bekliyordu yerinde. Şaşkınlığın yerini kafa karışıklığının rengi aldığında tekrar "Ali?" dedi Hasan. Ayakları Ali'yi yerde arar gibi beceriksizce dolandı, yönünü sağa çevirdi Meczup'un. Aradığını orada bulamayınca Gazeteci Mehmet'te bulacağını umdu. Bedenini büsbütün ona dönerken Delikanlı öylece durmuş, içine hücum eden tedirginlikle bekliyordu. Küçük Ahmet gibi onun da yüreğine bir ağrı çökmüştü, öyle ki gözlerini bir an olduğu yükseklikte dolaştırıp ayaklarını gördüğü bir taşın dibine sağlamladı. Başını Hasan'a doğru çevirdiğinde az evvel dağı düz yolda yürür gibi yürüyen adamın en ufak taşa dahi takılarak yalpalaya yalpalaya geldiğini gördü. Aralarındaki mesafenin uzunluğuna rağmen refleksle elini uzattı Gazeteci Mehmet, destek olmak istedi ama bu hareketi Hasan yanlış yorumladı. Ona uzanan bir yabancının değil de Ali'nin eliymiş gibi ruhunu Azrail'e teslim edip tekrar doğdu acılı bir ruhla. Adımları hızlanırken yüreği attı Hasan'ın, meczup dudakları aralandı. Burnu titrerken boğazı düğümlendi. Kafasında ne kadar saç varsa tek tek yoldu, bacakları birbirine dolandı... Dizlerinin üzerine doğru yıkıldı, ne denli türkü varsa yeryüzünde, ne denli ölüm varsa hepsi birden yüreğinde alevlendi. Bedeni dayanamaz sandı Hasan, meczup aklıyla Gazeteci Mehmet'te gördüğü Ali'nin yüzüne doğru bağırdı: 

"Ali! Ali! Yaşıyor musun Ali! Yaşıyor musun Ali! Kar beyaz Ali', al kanlara boyanan bir avuç yüreğim Ali!" 

Duyduğu yakarışla olduğunca titredi Delikanlı, Küçük Ahmet'in olduğu yere kapanarak ağladığını bilseydi ne yapacağını öğrenerek yere kapanırdı. Kendisine söylenmiş bu sözlerde yatan acıyı tahayyül edemiyordu, ölmüş sanılan bir yürek alevlenerek başında toplanmıştı sanki. Tepesindeki Güneş birden olduğu yere yığılıvermişti de ne Dünya kalmıştı geriye, ne bu küçük köy. Bir tek Hasan'la Ali kalmıştı; Ali Hasan'ın yüreğinde, Hasan'sa birebir güneş kesilip yanarak. Gazeteci Mehmet aklında yapacağı yazıyla alakalı en ufak bir alaka kalmadan pişmanlıkla Hasan'a doğru adımladı. Yüzü gözü yaştan sırılsıklam, omuzları titremekten üzerinde ne kadar toz toprak varsa dökülmüş, boğazındaki acıdan sesi gitmiş bu perişan adamın yanına güçsüzce çöktü. İlkin ensesinde titrek bir el hissetti, gözleri çaresizlikle önündeki noktaya baktı. İçine bir ürperti doğmuştu, tüm tüyleri diken diken kesilmiş vaziyette Hasan'ın saçlarının dibini okşayan elini huzursuzlukla takip ediyordu. Yanında daha evvel hiç şahit olmadığı bir acıyla ağlayan adamın yanında özür dileyip dilememek arasında gidip gelirken dut yemiş bülbül gibi kesildi sözleri. 

"Ali..." dediğinde diğer eli de Gazeteci Mehmet'in göğsüne doğru uzandı. Delikanlı coşkuyla, korkuyla, pişmanlıkla, heyecanla atan kalbinin üzerine konan elin acısını kendi yüreğinde duymuş gibi iki büklüm kesildi. Aile büyüklerinden dinlediği meczup kimselerin ilahi olarak yüksek sezgilerde oldukları ve onları üzmenin insanın başına türlü musibetler getireceği sözlerini ciddiye aldı Gazeteci, yüreğindeki bu acıyı ona yordu. Dudakları son nefesini çeker gibi acıdan aralanırken Hasan'ın sesini duydu yine.

"Kalbin atıyor, sıcaksın Ali... Al kanlara boyanan kar beyaz yüreğim Ali" dedi rengini seçemediği bir sesle. Garip bir huzur muydu, tekrar duracağına karşın dizginlenemez bir acı mıydı, ilahi bir yücelik miydi yoksa dingince akan ırmak yatağını bulup coşkun sularda çağlıyor muydu? Ne düşüneceğini bilemedi Delikanlı, başını Hasan'a çevirdi. Hasan da yüzünü Ali'den gizlemek için eğdiği başını kaldırıp gözlerine dikti. Fakat anında kaşları çatıldı, gözlerinde gördüğü Ali değildi. Bu gözler Ali'nin değildi! Elini anında çekti Hasan, dizlerinin üzerinde gerilerken etrafına bakındı hızla. Ali az önce yanındaymış da birden uçuvermiş gibi bir o yana bir bu yana hızla yürüdü. Dağın ne kadar yüzü varsa hepsinde ayaklarını dolaştırdı, değmediği toprak, ezmediği taş kalmadı. Önüne sürünen bir yılan çıksa tutup "Ali" diye koşacak oluyor, sonra eskisinden daha kuvvetle ağlayarak dönüyordu. Gazeteci Mehmet ensesinde ve kalbinin üzerindeki boşlukla üşüyerek kalktı yerinden. Varlığının bir yabancı olarak orada olduğunu yeni fark etmiş gibi gözleri keskin bir bıçak cisminde ona değdi. Üzerine doğru koşarken Gazeteci Mehmet de korkuyla geriliyordu, oldu olası koşan insanlardan korkardı. Üstelik birden üzerine doğru gelen acılı bir insanın hayali onu titretti, Küçük Ahmet'in çığlığı kulağına dolduğunda aynı anda Deli Hasan'ın "Ali!" diyerek aşağı koştuğunu duydu. Bir an yer ve mekan algısı değişti. Ayakları boşlukta bir süre debelenirken sırtı sertçe dağın eteğine çakıldı. Anında gözleri kapandı Gazeteci Mehmet'in. Küçük Ahmet bağırarak ağlarken Meczup Hasan sesini yeni keşfetmiş bir bebek gibi tüm kuvvetiyle kudretle bağırıyordu:

"Aliiiiiii! Aliiiiiiii!"

"Aliiiii!"

Meczup Ali (Gay) •Tamamlandı•Where stories live. Discover now