1.8

904 79 25
                                    


Yıldızlar*

Feridun Hürel * Bir Sevmek Bin Defa Ölmek Demekmiş

Soğuk havada, bir var olup bir yok olan kimselerin gizine benzer soluklar içiçe giriyordu. Dört kimsesiz, sahipsiz ve bir o kadar yalnız bedenleri kendine getiren soluk buhranlar 'İşte buradayım' dedirtiyordu. Sözgelimi bir tokat gibi iniyordu yüzlerine ve soğuğun keskin kılıcı sandıkları bu kırılmayı sıcak üfleyişlerinden biliyorlardı. Kurumuş, yer yer çatlamış dudaklarında bir istihzanın kıvrımı yer alırken gözlerden firar eden damla damla yaşlar durumun trajikomik yanını ele veriyordu. Zira ne ağlamalıydı duruma, ne gülmeliydi. Tepki vermeye değer görmeyecekleri denli basit bir mevzuyu salt izlemekle yetinebilirlerdi. Gel gör ki içinde oldukları toplumun ahlak bayrağını durmaksızın göndere çekerek dalgalandırmayı ölüm kalım savaşına çeviren bir kısım ahmak yüzünden nefes almak kadar doğal olanı deve dikeni yemişçesine yutmak, bir çocuğun başını okşamak kadar saf olanı acıyla yoğurmak şart kılınıyordu. Küçük Ahmet'in üşümüş bedenini ısıtmak için ayağa kalkıp oradan oraya yürümesi dahi dikkatleri dağıtmıyordu. Her baş kendi yüreğinin çukuruna başını eğmiş, sessizliğin kof uğultusunda düşüne duruyordu. Bunu fark ettirmek ister gibi kasılıyordu yüzleri. Sözgelimi yerçekimi gibi aşağı iniyordu yanakları, şaşar gibi havaya kalkıyordu kaşları, yanlış bir iş yapmaktan korkan çırak gibi terliyordu şakakları.

Derken yaşından büyük olgunluğuna doğan bir görev bilinciyle durup konuşmak istedi Küçük Ahmet. Şayet susarsa kimse konuşmayacaktı gözünde. Herkes susacaktı; Meczup Hasan bir tank gibi susacaktı, Gazeteci Mehmet bir çığ gibi susacaktı, Müzeyyen bir ahu gözün kıvrılmış gürültüsü gibi susacaktı. Hal böyle olunca susacak bir şey kalmadı Ahmet'e. O da konuşmayı seçti:

"Müzeyyen abla. Daha iyi misin?"

Kocaman açılmış iki kara göz, kaşlarına değen kirpiklerini usulca Küçük Ahmet'e çevirince durumun vahameti birden nüksetmiş gibi soluğu tutuldu çocuğun. Zira, hep buradaydı Müzeyyen fakat sanki daha şimdi gelmişti. Dalgınca gözlerini oradaki herkesin yüzünde gezdirip kendisine sesleneni arar gibi Ahmet'te durunca gözleri "Eyvah!" dedi Küçük Ahmet. "Yere düşünce kafasını mı vurdu yoksa?"

Birbirini hızla kovalayan birkaç dakikanın ardından elinde tuttuğu peçeteyi dalgın dalgın düzlemeye başlayan Müzeyyen başını olumlu anlamda sallayınca Küçük Ahmet'in telaşesi de uçtu gitti. "Şükür" dedi derin bir soluk alırken. Fakat yine de kafasında bir türlü olanı normalleştiremedi. Şüphesiz, iki kadının arkadaşlığından ne zarar gelecekti insanlara? Asya denilen kadın çengi diye miydi bu kızılca kıyamet? Müzeyyen'in ahlakı bozulacak diye mi bunca gürültüyü koyvermişlerdi? Fakat ölüm, bu gürültüde dahi absürt kaçıyordu. Zira Müzeyyen'in en ufak bir yanlışı, ana babasına bir gün olsun kaşını çatmışlığı yoktu. İnsanlar yaşına basmasını bekliyorlardı. Güzelce bir kadındı, endamı köy delikanlılarının dilinden düşmezdi. Namusu, güzel huyu, ahlakı ile bekar oğlu olan kadınların gözdesiydi Müzeyyen. Ne olmuştu da babası birden elindeki iple sokağa çıkıp "Öldüreceğim! Boğacağım onu!" diye ortaya dökülmüş, saçılmıştı?

Zihnindeki bu soruları duyar gibi Gazeteci Mehmet'e baktı Ahmet. Zira, kendisine dikkatle bakmaktaydı ağabey bildiği yabancı. Kendisi de aynı sorularla yoğrulmuştu, besbelliydi. Ne olduğunu sormak istiyor fakat Meczup Hasan'a değen gözleri bir türlü soruları sormasına el vermiyordu. İçinde kötü bir his vardı zira. Müzeyyen dile gelip anlatmaya başlayınca Meczup Hasan olduğu yerde birden çürüyecekti sanki. Dağılıp un ufak olacak ve Gazeteci Mehmet olduğu yerden kıpırdayamayacaktı. Zira her hareketinde ezilecekti Hasan ve her ezildiğinde ölecekti Mehmet.

"Müzeyyen abla." Ortaya düşen sesle odağını tekrar Küçük Ahmet'e yöneltti Gazeteci. Şüphesiz yalvarıyordu gözleri, susmasını, yarayı deşmemesini istiyordu. Fakat konuşmadan olacak iş değildi bu. Küçük Ahmet sormasa, hiçbir şey bilmeden ne yapacaklar, nasıl bir yol izleyeceklerdi? Yarın bir gün buraya köylüler çıkıp gelse Gazeteci Mehmet ile Meczup Hasan'ın da başı derde girmez miydi? Küçük Ahmet'in aklı yetişkin işlerine az çok eriyordu. Olayları fazla komplike ve abartı buluyordu, hoş. Yine de Hasan ile Mehmet'in arasındaki ilişkiyi kendinden yaşça büyük ağabeyinin Zehra'yı sevdiği gibi gören Küçük Ahmet, bu sevginin başlarını belaya sokacağını düşünüyordu. Bu nedenle ilk evvela Müzeyyen'i çözmek gerektiği sonucuna varıyordu.

Meczup Ali (Gay) •Tamamlandı•Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin