0.9

1.3K 121 70
                                    

Koyun*
Haramiler * Drama Köprüsü 

Gecenin kadife karanlığından sıyrılarak yeryüzünün kimsesizliğini aydınlatan birkaç yıldız ve köyün ilerilerinde görülen cansız lambalar arasında dudaklarını mühürlemiş, sessiz bir ayini yerine getirir gibi dilsiz birkaç kel baş oturmaktaydı. Arada sırada kulaklara dolan derin iç çekişler ve huzursuz köpeklerden yayılan ulumalar kör vaktin boş kollarına çiğ tanesi gibi düşüyor, henüz erimeden kuvvetle sallanıyordu kucaklarında. Tüm karanlık gözler görülmeyen dağların uçsuz bucaksız zirvelerini zihinlerinde tamamlar gibi birbirlerine değmeden uzaklara değiyordu; birisi bir ağacı gördüğünü sanıyordu sözgelimi, birisi büyükçe bir taşı (öyle ki bir yuvarlansa ne yer kalırdı ortada ne köy) kimisi ise sığınacağı bir çift başka gözü görüyordu. Ansızın yanıyordu bir ağaç gözün değdiği yerde, huzurla varılan bir limana ayak basar basmaz çürümüş olduğu anlaşıldığı gibi suyun derinlerine kuvvetsiz bir çığlığı bırakarak gömülüyordu. Gürültüyle yuvarlanıyordu taş, fakat ne yere ne köye; bizzat gören gözün üzerine ölümü müjdelercesine.  Kendi yuvalarında sönüp gidiyordu sığınılan göz; karanlık ıssızlığından alevin düştüğü yerde bıraktığı gibi birkaç duman tütüyor, hemen sonra o da yitiriyordu rengini. Neye tutunsa ellerinden kayıyordu başların sahipleri, yitiyorlar, kendi huzurlu kaçışlarında kayboluyorlardı. Şu anda gözleri birbirini bulsa ve baktıklarında kendi günahlarını tekrar yaşasalar dahi fark etmezdi artık; vicdanlarının gür sesi yankı dolu bir odaya varmıştı sonunda. Kendileri sussalar, başlarını kuma gömseler dahi bir şeyler susmuyor, ısrarla bağırıyordu. Aralarından elini ağzına bastıran yaşlıca bir adam, karanlık ağzını açmaya karar verdiğinde birlikte oturalı bir saati geçmişti. Gözleri, ilkin karanlıkta dahi parlayan genç bir adama yöneldi. Karanlık, herkese eşit davranarak sise boğmuştu gözleri fakat yaşlı adam öyle sanıyordu ki, günahın sıçramadığı tek bir kimse oydu ve işte bu nedenle parlıyordu. Karanlık ağzının içine birikmiş kelimeler birbiri ardına birikip ilk kelimeyi çıkarması için sabırsızlandığında, yaşlı adam parlayan gence döndü:

"Yanlış yaptın Mehmet." dedi Muhtar Efe. Sesi, öyle uzaklardan ve öyle engebeli, dar vadilerden geliyordu ki kendi içinde sıkışıp güçlükle çıkmıştı. Fakat etrafın günahla örtülü sessizliğinde herkes ne dediğini iyice duydu Efe'nin. Gözlerini görmedikleri dağlardan alıp kendi içlerine çevirdiklerinde başlarını eğdiler; gecenin soğuğuna rağmen terlemiş alınlarından birkaç damla süzülüp sedirin kilimine damladı. Hepsi, pişmanlıkla kaşlarını indirmişken bir tek Gazeteci Mehmet kaşlarını çattı. 

"Anlamadım efendim..." dedi sesinin en normal tınısıyla. "Neyi yanlış yapmışım?" Muhtar Efe'nin sesine kıyasla gür ve kararlı çıkan sesi, gürleyerek başını eğmiş her başın kulaklarına doldu. Kulaklarının içine su girmiş gibi başlarını yana eğdi iki baş; birisi Muhtar Efe'nin iki arkasında oturan Hüseyin Dayı idi. Birkaç dönüm tarlasıyla geçinmeye çalışan, yılın bir mevsimi rahat edip diğer üç mevsimi yarı aç yarı tok yaşamaya çabalayan bir garibandı. Gençlik döneminde adı çıkmış bıçkın delikanlılardan biriydi; bu bıçkınlığı, genç yaşlarda meslek öğrenip şimdiki yaşlarını rahat geçirmesine engel olmuştu. Kıt kanaat geçinmeye çalışırken beli bükülmüş, saçları ağarmış ve normal şartlarda yapabildiği işleri bile güçlükle yapar olmuştu. Evin gelir giderine bakmadan ardı ardına çocuk yapmış, tek bir başla ancak rahat edilebilecek parayı 7 nüfuslu haneye yetiştirmeye çalışıyordu. Diğeri ise köyün eski imamı Mustafa idi. Zayıf, ince uzun bedeninin üzerine sürekli bir örgü yelek geçirir, elinden tespihini dudağından duasını eksik etmezdi. Gel gör ki gençlik yılında karıştığı bir işten dolayı imamlığı bırakmış, kendini uzun yıllar evine kapatmış, çıktıktan sonra da hemen çoluk çocuğa karışmıştı. İşini bıraktıktan sonra orada burada işlere girmiş, bir süre sonra da köyde mesleğiyle alakalı yapabileceği işlere koşar olmuştu. Birisi dua isterse dua okuyor, namaz isterse namaz kıldırıyor ve bunu da geçinmek için birkaç kuruş para alarak yapıyordu. İlkin karşı çıktığı bu durum, köylünün haline acıyıp ona yardım edebilmek için anlaştıkları bir oyundu; ne denli karşı çıksa da yardımının karşılığını muhakkak parayla ona ulaştırıyorlardı. Bir zaman sonra karşı çıkmayı bıraktı İmam, gelen parayı aşa ekmeğe vermekten sevabı günahı yuttu. Fakat Muhtar Efe'nin yanlıştan kastının ne olduğunu merak ederken kafasında dönüp duran soruyu susturamıyordu: "Ne yanlışı Efe, esas yanlış bizimdi!" 

Meczup Ali (Gay) •Tamamlandı•Where stories live. Discover now