2.4

642 51 5
                                    

Toprak Su Ateş

 Zamanın, bir yol kenarında yuvarlanıp duran taşın bir türlü durmamasını izleyen sabırsız çocuklar gibi aktığı sıcak bir gündü. Rahatsız edici bir sertliğin dövdüğü yol kenarında uzanan üç cansız bedeni eziyor, tepeliyor, üstlerinde sekiyorken acımasız bir toplumun merhametsiz çocuklarınca kayda alınıyorlardı. Bir beden, başka bir değişiği olmadığı için üstüne yapışmış ve artık onu simgeleyen beyaz gömleği ile Gazeteci Mehmet'e aitti. Cebinin içine soktuğu buruşmuş, toza toprağa bulanmış, şeklini yitirmiş defterini eliyle kontrol etmekteydi. Gözlerini diktiği gökyüzüne doğru bakarak bu defterin artık işe yarama zamanı geldiğini düşünüyordu. Artık bir şeyler yazmalıydı Gazeteci. Sığınacağı tek liman kalemdi ve şayet o liman da kendisini bırakırsa, benzetme için sık sık kullandığı yalnızlıktan başka bir şeyi kalmayacaktı. Derin bir soluğu içine çekerken düşünmekteydi Delikanlı. Köyü düşünmekteydi ki köy demek, ilk evvela Hasan demekti. Sırf bu nedenle dahi sık sık köy diyecekti Mehmet. Zira Hasan demenin Ali demek olduğunu keşfeden acılı yüreği böyle bir çıkar yol sunmuştu kendine. 

Birkaç gün önce gelen yaşlı kadının sözlerini düşündü. Demek köy, bu denli illet, sefih bir cehaletin pençesine atmıştı kendisini. Yok, böyle bir cehalet dahi kimseye pençe atmaya yeltenmez. Cehaleti, isteyen alır. Şüphesiz ki bu köy, cehaleti bilmiş, görmüş ve kanatlarının altına doğru yarışırcasına koşmuştu. Tekerrür eden tarihi yadsımadan böylece atılmayı, bununla da yetinmeyip Gazeteci gibi, Müzeyyen gibi, Hasan gibi kimseleri de beraberinde götürmeyi, gelmezlerse onları öldürmekle tehdit etmeyi başka türlü açıklayamıyordu. Elbette dediklerini yapamayacaklardı. Yapmaya davranacaklardı, buna kimsenin şüphesi yoktu. Müzeyyen'i birkaç gecedir 'çıt' sesine dahi korkarak uyandıran, Hasan'ı "ölüm" kelimesini duyduğu günden beri ulaşılmaz diyarlara götüren de buydu. Fakat Gazeteci, yapamayacaklarını düşünüyordu. İzin vermeyecekti. Bunun içinse bir şeyler düşünmeliydi. 

İlk aklına gelen, kullanmak için getirdiği fakat kullanamadığı defterdi. Türkiye'ye ulaşabilecek bir haber kanalını elinde tutuyordu. İstanbul'a gider gitmez yayınlatabileceği kelimeler, bu köyün altını üstünü getirebilirdi. En azından böyle umuyordu. Bu umudun ona bahşettiği derin kudretle ayakta sımsıkı dikiliyor ve tek engelini aşmak için yollar düşünüyordu: Hasan'ı konuşturmak. Bizzat mağdur oydu. O halde onun konuşması, anlatması gerekmekteydi. Fakat nasıl? Hasan'a o günü yaşatmadan, alevinin hala canlılığını koruyan halinde belki dönmüş birkaç odun parçasını tekrar ateşe itmeden, onu acılarla yeis içinde bırakmadan, ölmeden öldürmeden fakat büsbütün de yaşatmadan (Zira Hasan için yaşamak, pek çok açıdan ölmek de demektir) nasıl konuşturmalıydı onu? Mağdur kelimesinin insanların gözünde yarattığı o acıma dolu, eziklik dolu hissi yaşatmadan, bu kalıpsal kelimenin içinde kendisini merhamet dilemesi gereken, şefkatle yaklaşılması beklenen bir aciz gibi hissettirmeden nasıl konuşturmalıydı? Gazeteci'nin dili toplumun diliydi zira onlara sunulacak bir haberdi bu. Yüreklerini konuşturmak gerekliydi ve sırf bu nedenle, Hasan malzeme edilmeliydi. Fakat Gazeteci bunu yapabilecek son insandı. 

Sıkıntıyla geriye döndü Gazeteci. Hasan'ın birkaç gündür köye inmeyip kendine köşe edindiği mağarada, hep aynı duruşla oturduğu kısma değdi gözleri. Değer değmez de gözleri doldu, burnunun direği sızladı. Bükülmüş, ufalmış bir çuval yığını gibi oturuyordu Meczup Hasan. Kemiklerinin tutulduğunu buradan dahi anlayabilmesine karşın hiç duruşunu bozmamıştı kaç gündür. Bir heykel gibi, bir toprak gibi, bir duvar gibi hiç kıpırtısız öylece asılıydı sanki. Göğsüne çektiği dizlerini elleriyle sararak duruyor, başını ellerinin üzerine koyarak sabahtan akşama değin kepeneği seyrediyordu. Birkaç defa Müzeyyen el etmişti Hasan'a. Faydasız bir uğraş olduğunu biliyordu Gazeteci fakat engel de olmamıştı Müzeyyen'e. Yanına yaklaşmasını, omzuna dokunmasını, birkaç defa yemek yahut içecek su koymasını seyretmişti. Meczup, hep aynıydı. Ondaki bu halin neden kaynaklandığını biliyordu Gazeteci fakat her bilgi gibi bunun da ne kesinliği vardı ne gerçekliği. Salt tahmindi. Ali'ydi nedeni. Belki bunca zamandır akıllanmamış köydü, cahillikti. Ali'nin öldüğü topraklarda, bedeninin her bir parçasının bu dağda yaşadığı topraklarda ve hatta Ali'nin en çok bulunduğu topraklarda, hala yaşadığı topraklarda birisinin gelip de öldürmekten bahsedişiydi. Gazeteci Mehmet devamını ne kadar kesse de bir yerde duyduğu "Zaten Hasan'ın durumu da..." cümlesiydi. Hasan'dı. Dinmeyen acılı yüreğiydi, Ali'nin ölümüydü, bitmeyen, sürüp giden bu amansız yolun elemiydi. 

Meczup Ali (Gay) •Tamamlandı•Where stories live. Discover now