2.0

817 68 30
                                    

Kelimeler *

Rana Alagöz - Yeni Bir Aşk Arıyorum*

Uzun bir boruyu üfler gibi tok ve ezgili bir müziği dolduran rüzgar, şiddetle kulaklarda uğuldamaktaydı. Bir lütuf gibi mağaranın içinde esip gürlerken düşüncelerin ağır yükünden kurtulmuş insanlara serinlik veriyordu. Nihayet odağını değiştirmiş zihinlerde boşluğun doldurulması mümkün olmayan hiçliği yer alıyordu. Çoğu insana ağır, çoğu insana katlanılması zor gelen bu hiçlik, insan hayatında ufacık bir yer kaplayan büyütülmüş yanılgıların yanında kutlu bir yücelik olmalıydı zira ilk defa geriye yaslanabilmişti Gazeteci Mehmet. Mağaradan dışarı şöyle bir çıkıp engin maviliklere gözlerini dikebilmiş, ardında akan nehrin rüzgarla dalgalanan seslerini işitmiş, ayaklarının altında ezilen otlara doğru göğsünü kabartarak bakabilmişti. Sonra durup dururken bedenini geriye atarak boyunca uzanmıştı yeşilliklere. Rüzgarın tüm hıncıyla saçlarına, eskimiş kıyafetlerine dolmasını umursamamıştı. Bilakis, bundan ince ruhlara has bir keyif bulmuş ve zevk almıştı. Okuduğu nadide eserlerden birini sesli anarak kendi durumuyla şiddetli bir benzerlik yaratmayı da ihmal etmemişti.

"Hiçliğin Mutlu Sessizliği"

Şimdi böyle bir hâlde, zihninin köşe bucak kaçtığı acı dolu hatıralardan, yaşanmışlıklardan ırak, gökyüzünü seyrediyordu. Bu denli rüzgarlı bir havada hızla mağaraya gidip kendini hastalığın çirkin gölgesinden koruması daha aklı selim bir davranış olabilirdi fakat Gazeteci Mehmet'e göre ruhunda gitgide büyüyen, içi kurtlu çürük bir ur sağlığı açısından daha büyük bir tehlikeydi. Sırf bu sebeple tesadüfi bir şekilde elde ettiği iç huzurunu uzun müddet muhafaza etmeyi, urun daha da büyümeden olduğu yerde küçülmesini, hiç yoktan öylece kalmasını arzuluyordu.

Sırtına değen ucu sivri otların rahatsız edici soğukluğunda uzanırken sol tarafına yediği soğuktan dolayı kulağı ağrımaya başladı Gazeteci Mehmet'in. Bir süre yerini değiştirmemek için çaba gösterdiyse de sanki bir heykelin eksik parçasını kendi uzvu sanıp benimsemiş gibi keskin bir acı duydu. Kulağı buz kesmişti ve Gazeteci kontrol etmese yerinden çıkıp düştüğünü sanacaktı. Nükseden rahatsızlığın bir külfet halini alıp büyümesi sonucu rüzgara sırtını verdi Delikanlı. Anında gömleğinin içine dolan esinti, çimlerin korunaklığından arınmış sırtının tüylerini diken diken etti. Fakat gözünün dibinde dalgalanan otların saklı danslarını seyre koyulan Mehmet, sırtını umursamadı. Yüzünde, aniden tüm yüklerinden arınmış sevinçli bir ruhun huzurlu gülümsemesi kol geziyordu. Bir o yana bir bu yana sallanan otlara bakarken gözleri kapandı Mehmet'in. Yorganı ettiği Güneş'in, yatağı ettiği yeryüzü toprağının, penceresi ettiği otların emsali altında uzun zamandır arayıp bulamadığı rahat ve huzurlu bir uykunun kolları arasına bıraktı kendini. Fakat doğanın silik notalarına karışmış müziğinde yabancı bir ezgi yakaladı. Otların danslarını ezerek geçen hırslı bir ayakkabı sesiydi bu. Gözlerini açtı Delikanlı. Perişanlığın, çoktan kendini terk etmenin ve dünyadan göçmüş olup burada zorla tutulmanın yükünü taşıyan iki kuvvetsiz ayak gözlerinde büyüdü. Gözleri bu ayaklardan başlayarak eski püskü esvapların gölgesi altında sürünen zamanın tozlu rafında gezinmeye devam ediyordu ki son noktasına vardı. Kendisine üstten bakan bir adet keskin gözün içinde tutsak kaldı.

Gözlerini şaşkınca kırptı Gazeteci Mehmet. Sanki annesiydi üstten bakan, yemek sofrası çoktan kurulmuştu da bir türlü teşrif edememişti beyefendi. Yahut beybabasıydı gelip dikilen. Ders çalışmak yerine böyle 1.80 uzanıp ne yapıyordu eşşekoglueşşek... Şaşkınca gülümsedi Delikanlı. İçinde olduğu hal normal şartlarda istihzai bir gülüşü bile kaldıramazken gencin bu sırıtışı hiç hayra alamet değildi. Fakat beklenmedik anda gelen edimlerin kişilere uğrattığı afallamanın rahatlığı her iki bedene de sirayet etmişti. Meczup Hasan dahi dikildiği yerden uzattığı kuzgun alevi bakışlarına bir anlık su dökmüştü. Başını havaya kaldırarak gökyüzüne dikerken derin bir nefesi ciğerlerine çekti. Hemen ardından yine dikti kuzgun alevi bakışlarını Delikanlı'ya. Lal kesilen dilinden tek bir kelime düşmedi toprağa fakat gözleri ile Delikanlı Mehmet'e derhal yattığı yerden kalkmasını, havanın soğuğunun kendisini hasta edeceğini söylüyordu. Söylerken de bir eliyle Gazeteci'nin kolunu tutup zorla ayağa dikmeye çalışıyordu. Pek bir güç kullanmasına gerek yoktu zira Gazeteci, kolunda hissettiği yabancı elle tıpkı ateşin düştüğü yeri alev alev sarması gibi yanıyordu. Şaşkınlığa düştüğünden dolayı birkaç saniye olduğu yerde durmuş, daha sonra kendisi de Meczup'a doğru çekilmişti.

Meczup Ali (Gay) •Tamamlandı•Where stories live. Discover now