2.7

613 51 19
                                    

Bekletilmiş Öç

Yıllanmış şarap kızıllığında uzanıyordu gök; yoğun, ağır düzlüğüne yer yer karışan lacivertin bütünlüğünde dağların bacaklarından tüter gibi sisli sisli ilerliyordu. Taşların, zamanın geçerliliğine meydan okuyan sert setleri  üzerinde, kıyıya vurmuş çocuklarının cesedini izleyen gözlere sahip iki beden yığılmış, yatıyordu. Mağaranın tavanında büyük bir sır var gibi titrek gözlerle huzursuz düşüncelerinin ipini arıyorlar, fakat sert esen aşkın kabullenilmiş rüzgarı ile karşılaşarak kaşlarını çatıyorlardı. Onca zaman yan yana durmalarına rağmen ilk defa birlikte olduklarını hissediyorlardı. Gazeteci Mehmet için bu öyle nadide ve bulunmaz bir andı ki şüpheyle, ileride Meczup Hasan'da meydana gelebilecek yıkımları görür gibi diken üstünde duruyordu. Yüreği gümbürtüyle atıyor, tüm azaları titriyor, bedeni ter içinde duruyordu. Yüzünde asılı kalmış mutluluğa tezat tedirgin gözlerle yan tarafına döndü. Gözleri kapalı, kendine doğru dönerek kolunu bir yastık gibi kullanan Meczup'u görünce tüm her şeyi unuttu Delikanlı.
Elleri arasında bezelye tanesi kadar küçük bir taşın uzaklığı duruyordu. Bir istencin yoğunluğuyla korkarak serçe parmağını titrekçe hareket ettirdi, Meczup'un elinin üzerine ilkin gölgesi, hemen ardından parmağı değdi. Gözleri, Hasan'ın her yanında gezinirken rahatsızlığına dair bir işaret aradı fakat ilk defa yüzünden uzun uzun akan bir ırmağın berraklığı okunuyordu. Uykunun nedeni değildi bu, uzun zaman sonra bırakılmış bir yükün iziydi. Bu görüntüyü şaşkınlıkla seyretti Delikanlı. Hasan'ı gördüğünden bu yana acının, sarsıcı bir kaybın uğradığı yüreği atıyordu yüzünde. Oysa şimdi, bir bebek kadar tasasızdı, gözyaşlarının uğrak noktası kirpiklerinde huzurlu bir dinginlik kol geziyordu. Derin bir soluk aldı Gazeteci, göğsü bu solukla genişleyip bir yeşil orman kesildi.

Derken telaşlı bir bedenin hızlı adımlarıyla elini hızla çekti Meczup'un elinden. Mağaranın girişine bir gölge düştüğünü gördüğü dakika yerinden, altında ezilmiş taşları da sürükleyerek kaydı. Hasan ile aralarına iki adamlık mesafe koydu, yüreği telaşla kasılırken dikkatli bakışlarla gelecek olanı bekledi. Küçük Ahmet'in, kendinden büyük cüssesiyle rahatladı ansızın. Yüzüne, bu köydeki biricik dostunu görmenin verdiği bir ferahlık, hoşnutluk yayıldı. Fakat çocuk ona iyice yaklaşınca, yüzündeki morlukları seçti. Yerinden, yılan görmüş gibi sıçrayarak kalktı. Küçük Ahmet ile aralarındaki birkaç adımlık mesafeyi dağda zelzele yaratacak gibi gümbürtüyle geçti. Meczup Hasan dahi, yıllardır uyuyamadığı kadar rahat, telaşsız, dingin uykusundan sıçrayarak uyandı. Gazeteci'nin sert sesiyle uyku mahmurluğuna dahi yer vermeyen bir silkelenmeyle dikkat kesildi:

"Ne oldu sana?!"

Küçük Ahmet, patlamış dudağına elini koyarak az sonra diyeceklerini geçiştirmek için omzumu silkti. Ağabeyi bildiği Delikanlının yanına gelince kendini birden rahatlamış hissetti, korunaklı alanına girmiş gizemli bir yabancı gibi soluklandı. Fakat Gazeteci ısrarla ona ne olduğunu soruyordu. Ansızın elini dudağından çekip sözünü havayı tokatlar gibi kesti Ahmet:

"Bırak ağabey kimin yaptığını. Sana daha mühim bir şey demeye geldim!"

"Bundan daha mühim ne olabilir Ahmet? Şu haline bak, kim yap..."

"Ağabey!" Diyerek telaşını bir kenara bırakması gerektiğini vurguladı Ahmet. Gazeteci, belirgin bir hoşnutsuzlukla endişeli bakışlarını çocuğun üstünden çekmeden bir adım geriledi. Yüreği sıkışmıştı, vücudunda öfke kol geziyordu. Ne olursa olsun, küçük bir çocuğa, üstelik böyle bir dayağı hak edecek hiçbir şeyi yapmayacağı konusunda emin olan tabiata karşın hangi acımasız elin kalktığını düşündükçe çileden çıkıyordu. Bu denli akıllı, olgun, kontrollü bir çocuğa kim, hangi sebeple vurabilirdi?

Meczup Ali (Gay) •Tamamlandı•Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin