1.9

831 72 24
                                    

Acının İnkisarı*

3 Hürel* Ağlarsa Anam Ağlar

Gözlerinin önünde bitli bir hayvan gibi toprakta sürüklenmekte olan Meczup'un gölgesinde ilerlemekteydi Gazeteci. Güneş'in tam tepeden vurduğu bu yakıcı öğle vaktinde bir gölge şarttı bedenlerin yorgun yanılgılarına ve Delikanlı, bizzat bu gölgenin ağırlığını taşıyarak uzuyordu dağlar boyu, düşünüyordu ırmaklar boyu, bir tek akmayı beceremiyordu, tıpkı nehire takılmış ağaç kabukları boyu.  Eğilip ayak bileklerinden kavrayarak kaldırması gereken Meczup değil de yüreğiymiş gibi duruyor, şaşakalmış bir donukluk içinde bekliyor, canı acıyor fakat hareket edemiyordu. Aniden bir inme inmişti sanki bedenine. Bir tek bacaklarıydı açılıp hareket eden, bir tek gözleriydi eğdiği başının altından Meczup'un ayaklarını takip eden. Bir tek beyniydi düşünmeden duramayan. Gözleri, Meczup'un kuvvetsiz ayaklarına prangalanmış bir demir gibi ağırlığınca sünerken toprağın üzerine, meraklı bir hayvan gibi inceliyordu  değdiği her yeri. İlkin yırtılmış pabuçlarından görülen birkaç parmağı, gövdesini taşımaktan dolayı bitap düşmüş halde yuvasında dinlenen iki yara bere dolu tabanı, kirlenmiş olduğundan dolayı rengini yitirmiş tüm siyahlığı ve beyazlığı... Bir çift ayakta dahi bu denli kaybolacağından habersizce sürüklendi Delikanlı Mehmet. Sanki gördüğü Meczup'un ayakları değil de morga kaldırılan bir ölünün ayaklarıydı. Her an bir etiket gibi adı, soyadı ve ölüm tarihi yapıştırılacaktı çürümüş ayak parmaklarına. Sanki bir annenin varisli ayaklarıydı sürüklenen, bir çocuğun enkazdan çıkarılmış cansız bedeninden arta kalanlardı, işçi bir babanın kangrene çalan şişkinlikleriydi. Bir tek Meczup değildi, Meczup dahil tüm acılardı. Sadece Meczup olarak görse bu ayakları, kim bilir ne diye tanımlayacağını düşündü Mehmet. Sonra hemen bu fikirden ayrıldı. Zira artık büsbütün ayırdına varmıştı Meczup'un Ali, Ali'nin ise Meczup demek olduğundan. Yüreği bir gergin saz teli gibi boynunu sarıp soluğunu kestiğinde acısının müziğini duydu Mehmet. Dişlerini sıkarak henüz daha hiçbir şey bilmediğini fakat bugün bir şeyleri öğreneceğini kabullendi. Zira bir kere açılmıştı geçmişin puslu kapısı. Meczup düşmüştü, şurada dikilen genç kadın düşmüştü. Küçük Ahmet dahi düşmüştü de bir tek kendisi dikilivermişti olduğu yerde. Meczup'un toza toprağa bulanmış bedeninin yanında durarak sessizliğine kulak kesiliyordu. "Cenazeden ne eksiği var şu anın?" diyordu boynunu eğerken. "Cenazeden ne farkı var?" Fakat ne zaman başını kaldırsa Meczup'u değil de kendi bedenini görüyordu Delikanlı. "Sende nasıl bu denli kayboldum ben Meczup Hasan? Nasıl oldu da senin bitap düşmüş bedenine bakıp kendi cenazemi görür oldum ben?"

Koluna değen bir elle kendine geldi Delikanlı. Neredeyse olduğu yerden sıçrayarak elin sahibine döndü. Küçük Ahmet'in çatılmış gözleriyle karşı karşıya geldiğinde etrafına şöyle bir bakınmak için çocuktan kaçırdı gözlerini. Zira buram buram "Kendine gel!" diye bağırıyordu Ahmet'in gözleri. "Ne oluyor sana ağabey? Ne oluyor?" diyerek çırpınıyordu. Hal böyle olunca sinirleniyordu da. Öyle ki Gazeteci'nin gözlerini kendisinden çektiğini anlayarak tekrar koluna asıldı Ahmet ağabeyinin. Göz göze gelmeyi beklemeden tutup çekti Delikanlı'yı. Mağaranın herhangi bir zeminine genç adamın kuvvetten düşmüş bedenini, sanki içi boş bir çuval gibi bırakırken karşısında dikildi öylece. Bir süre Gazeteci'nin dağılmış saçlarında gezdirdi gözlerini, bir süre Müzeyyen'in hala dikilmekte olduğu kepenekin orada, bir süre Meczup'un henüz mezardan çıkartılmış gibi tozun toprağın içindeki bedenine. Kontrollü olanın bir tek kendisi olduğunu görünce saçlarına elini daldırdı Küçük Ahmet. İlkin Müzeyyen'in yanına gitti. 

"Abla." dedi uzaklardan gelen bir sesle. Mağaranın yankısı olmasa kulağına dahi çalınmayacak bu sessizlikte Müzeyyen'in irkilen bedenine baktı. Dalıp gitmesine izin vermeden elinden tuttu genç kadını. Gazeteci'nin yanındaki boş taşa bedenini dikkatle oturturken eğilerek konuştu. 

Meczup Ali (Gay) •Tamamlandı•Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin