1.2

1.2K 116 74
                                    

Sen Adın Ali

21.Peron * Anlatamıyorum

Gitmek konusunda kararsız adımlar geri dönmenin mümkün olmadığı çaresizlik karşısında bir ileri bir geri sayıyordu. Yüreğinin derinlerinde, henüz çözüme kavuşturamadığı duyguların yoğunluğu boğazına değin çıkmıştı genç adamın ve öyle sıkışmış hissediyordu ki, bu dünyada tek bir yerde dahi artık rahatça oturamayacağını sanıyordu. Aidiyetsizlik öyle nüfuz etmişti ki bedenine, tüm ömrünü kabullenilme dürtüsüyle geçiren genç adamı aciz hissettiriyordu. Kendini bu tarz duygular içine girmekten alıkoyan mantığının görüşü altında hareket etmeye konumlanmış zihni, bu hissiyatlarla baş etmeyi beceremiyordu. Becerebilse, arabasından çıkarken arka cebine sıkıştırdığı defter ve kalemi varlığının boşluğuna, rasyonel bir doluluğu yerleştirir gibi kuvvetle yerleştirecekti. Fakat güçten kuvvetten düşmüştü Gazeteci, olduğu yere çökerek ne kendisine ne yaşantısına şans tanıyabiliyordu; bozguna uğramış yüreğinde Hasan'ın acısı ve ona karşı tavrının korkutucu hayaliyle bekliyordu.

 Boyutça daha küçük adımlara sahip Küçük Ahmet, tezat teşkil eden kararlı sabitlikte sabırla bekliyor, güneşten kısılmış gözlerle beyaz gömleğin yakıcı yansımasından korunabilmek için sık sık gözlerini kırpıştırarak yanındaki bedeni bekliyordu. Vaktin gitgide geç oluşu, evde kendisini bekleyen annesinin sopasını sırtında hissettirecek denli sıkıştırırken dayanamadı.

"Ağabey," dedi boş mağara girişine uzun uzun bakan Gazeteci'ye. Kendisine inen yardım çağrısı gözlere yüreğinden taşan merhametle karşılık verirken bir elini sıcaktan esmerleşmiş büyüğünün koluna destek olmak istercesine uzatıyordu. "Kararını verdin mi ağabey?" 

Gazeteci Mehmet'in dudakları, birbirine mühürlenmiş iki el gibi sımsıkı kapandı karanlığına. Kaşları, gözünün doluluğunu gizlemek istercesine çatılırken Meczup kadar yetenekli olmadığını anladı Küçük Ahmet. Elleri, Delikanlı'nın kollarını daha da sıkarken yüreğinin derinlerinde evsiz yurtsuzluğu, bir yere ait olamayışı ve dağın birindeki bir adama sığınmak için yürürken o adamın ardını dönerek mağaraya girişinin acısını hissediverdi sanki. Öyleydi de şüphesiz; Gazeteci, Hasan'a gelmişti ve Hasan, ardını dönerek Ali'ye yürüyordu. Beklediği neydi, bilmiyordu Mehmet. Bir şaşkınlık arıyordu belki yahut Hasan'ın özünde iyi bir adam oluşundan dolayı kibar bir misafirperverlik umuyordu. Böyle ulu orta, az evvel usta bir tabloya benzettiği resmin içinde korkunç bir ur gibi gitgide büyüyerek durmayı üzüntü içinde yutmak, soluğunu kesiyordu. Ne ardını dönerek köye gidebilirdi şimdi, ne Hasan'ın yanına. İstanbul'a gitse de asla buradan ayrılmış sayılmayacaktı ve bu, İstanbul'u da Hasan kılacaktı bir müddet sonra. Arabasının, dağa çıkamayacağı için eteklerinden birinde kalmış olması, onu arabasının korunaklı küçüklüğünden dahi alıkoyuyorken şimdi nereye gidecek, ne yapacaktı? 

Gözleri Küçük Ahmet'e değdi. Çocuğu saatlerdir kendi sıkıntılarıyla alıkoymaktan dolayı pişmanlık hissetti. Kendisine bakan çocuk gözlerinde denk geldiği şefkate içerledi hatta, ondan yaşça büyüktü, bir yetişkindi. Küçük bir çocuğu alıkoymak yerine onu düşünerek hareket etmeliydi. 

"Ahmet." dedi çocuğun sorusunu duymazdan gelerek. Fakat der demez sesinin kısıklığına, cansızlığına şaşırdı. Kısa bir öksürük krizinin ardından tekrar döndü küçüğe. "Sen eve git. Ben bakarım bir hal çaresine." 

"Ağabey!" dedi anında Küçük Ahmet. Sesinin barındırdığı keskinliğin tokluğu aralarında duvara asılmış bir tel peynir gibi sarkarak ağırlığınca bedenlerine yüklendiğinde, dayanılmaz kararsızlık Gazeteci Mehmet'i çalkalamaya başladı. Olduğu yerde öne doğru hafifçe kaykılırken Ahmet'in çocuk sesini tekrar işitti: 

Meczup Ali (Gay) •Tamamlandı•Kde žijí příběhy. Začni objevovat