1.5

1.1K 93 58
                                    

Hayat Hasta, Ölüm Aşka

Alpay * Gönüllerde Bahar

Kopmak üzere olan acılı bir viyolonselin yankısı mağaralarda yankılanarak büyümekteydi; tellerin yapımında kullanılan ölmüş kediler ayaklanarak bu kopmayı bekliyorlar ve adım attıkları her yerde küçük bir kan birikintisi oluşturarak daire çiziyorlardı. Viyolonselden çıkan sesler bir müzik değil de Şeytan'ın yakarışıydı sanki ve bir ritüeli gerçekleştirir gibi dairenin içini kana buluyorlardı. Hepsinin artık atmayan yüreğinden soğumuş kelimeler dökülüyordu: "Beni öldürdün ve bağırsağımdan müzik yaptın." diyordu kediler. "Beni öldürdün ve bağırsağımdan müzik yaptın. Beni öldürdün ve bağırsağımdan müzik yaptın."   Kedilerin yakarışları boşa gidiyordu sanatçının gözünde zira bir sanatçı için sanatın sınırı yoktur ve aşkla desteklenen her sanat coşkuyla büyümeye mecburdur. Bu nedenle kaşındıran yoğun, akışkan sıvıdan sıyrılmak yerine daha çok gömüyordu ayaklarını sanatçı ve bir kan gölünün ortasında kutsal bir anıt gibi donuyordu. Gözlerini kapatarak tellere dokunuyordu ve beklemeden bir tel kopuyordu acı çığlığını mağaranın yüzeyine kırbaç misali savurarak. Çeşitli büyüklükte birden fazla taş yerlere yuvarlanarak sanatçının ayaklarını eziyordu ağırlığınca ve bağırsaklarını tellerde işiten kediler susmuş ölümün sesine seviniyorlardı. Çünkü bir defa ölerek müziğe dönüşmüşler ve bir defa daha ölerek müziği dönüştürmüşlerdi. Sanatçının içinde olduğu kan gölünün üzerine uzanıyorlardı sonra. Şişmiş, ölü bedenleri ağırlaşıyor ve hepsi tek tek konuşuyordu tekrar. "Beni öldürdün ve bağırsağımdan müzik yaptın. Ve müziğim seni öldürdü... Beni öldürdün ve bağırsağımdan müzik yaptın. Ve müziğim seni öldürdü... Beni öldürdün ve bağırsağımdan müzik yaptın. Ve müziğim seni öldürdü..." 

Gözlerini, viyolonselden bir tabutun içinde açıyordu Gazeteci Mehmet. Gördüğü rüyanın etkisini anlatmak için ellerini defterine uzatıyordu fakat eklemlerinde birikmiş acı bir katılık dikkatini çekiyordu. Kurumuş, sertleşmiş ve şiddetle kaşınan bedeninin her yerinde görülen kırmızı lekelere korkuyla bakıyor ve yerinde aniden doğruluyordu. Aklına ilk gelen bunun bir kan olduğu yönünde gelişiyordu zira tüm bedeni, bir atın rahminden doğmuş kadar kan içindeydi. Dehşetle ardını dönüyor, kuvvetle bağırıyordu: "Hasan!" Mağaranın kaygan zemininde her oluğa giriyor ve kanla yoğrulan yüreğini dizginlemeye çalışıyordu. Her yer kan gölüydü ve Gazeteci Mehmet, kanayanın kendisi olduğunu anlamıyordu. Gözlerinden çok yüreğiyle görüyordu zira ve Hasan'ın anıt kadar kutsanmış bedenine ulaşmak için bir günahkar gibi duaya tutunuyordu. Karnının altından taşmakta olan ağırlığın adımlarını yavaşlattığını fark ettiğinde birkaç saniyeyle kısıtlı bir duraklama yaşıyordu Gazeteci Mehmet. Gözleri aşağı indiğinde bağırsaklarının, eskimiş bir çiviye asılmış tel peyniri gibi sallandığını görüyordu. Korkuyordu, kendi bağırsaklarından kaçabilirmiş gibi birkaç adım geriliyor ve sarkan organların kendisine ait olduğu gerçekliğiyle yüzleşince olduğu yerde titriyordu. Hemen sonra birine çarpıyordu, ardını dönüyor ve Hasan'ı görüyordu. Ellerinden kayıp gidiyordu bağırsaklar; gözleri yıllarca hastanelerde sürünerek derdine derman arayan bir hastanın nihayetinde ilacını bulduğu andaki gibi şaşkınlıkla, tarifi imkansız bir mutlulukla parlıyordu. Öyle ki bu kan gölünün ortasına layık olmayan bir aşkın sevinci gözlerinden taşıyordu genç adamın. Kanla ağırlaşmış ellerini Hasan'ın yüzüne koyuyordu usulca; ellerinin altında hissettiği temiz, yumuşak deriyle ruhu genişliyordu Mehmet'in. Öyle ki koskoca bir dağ olup kesiliyordu ve kanıyla suluyordu taşları. Hasan'ın gözlerinin dolduğunu görüyordu hemen sonra, tertemiz ellerinden birinin belini bulduğunu hissederek titrek bir soluğu ciğerlerine taşıyordu. Bir adamın kendisine değmeden dokunması dahi öylesine heyecan vericiyken birebir ellerini belinde hissetmek huzurun kıvrımlarına fırlatıyordu bedenini. Meczup Hasan'ın gözlerinde gördüğü ve sadece Ali derken tanık olduğu yumuşak, iç okşayıcı bir tınının yüreğinde yankılandığını hissediyordu ve böylece daha fazla dışarı çıkıyordu kanlar bedeninden. Ölüm anında yaşıyordu Mehmet ve şimdiye kadar hiç olmadığı kadar ölüyordu da. Gözleri usulca kapanırken burnunu Meczup'un boyun girintisine gömüyor, kendini kendinden ayrıştıran bir kokunun sarhoşluğuyla yitiyordu. Fakat şiddetli bir acıyla gözlerini açıyordu genç adam, refleksle geriye çekilerek ellerini karnına bastırıyordu ve karşılaştığı boşlukla buz kesiyordu. Gözleri, hayal kırıklığının en yoğun tonuyla dolarken bağırsaklarının Hasan'ın elinde inceldiğini, temizlendiğini ve az evvel kalktığı tabutunun viyolonseline bağlandığını görüyordu. 

Meczup Ali (Gay) •Tamamlandı•Where stories live. Discover now