1.3

1.1K 101 62
                                    

Yarım

Kalenderi * Altın Tasta Gül Kuruttum

Derin, umutsuz, sanki yeryüzündeki tüm acılı ruhların tek bir kalbin sessiz köşesine sıkışıp kaldığını hissettiren günün ilk ışınları bir hüzün ıslığını gözlerin kapalı kirpiklerine usulca bırakıyordu. Genç ve sağlıklı olmasına karşın zihin çıkmazı, ölüm çukuru düşüncelerle bezenmiş iki bedenin terlemiş boyunlarına rüzgarla ulaştırıyordu. Tüylerin rüzgarın nahoş dansına dayanamayarak kalktığı ve bir titreme ile tüm bedeni dansa davet ettiği an iki bedenin gözleri açıldı. Zaman, yaşlı kadınların yüreğinin burukluğunu taşıyan esvaplarıyla karşılarına dikildiğinde yaşamak konusunda ümitsiz bir yelkovan ve akrep birbirlerinin peşi sıra akmaya başladı. Elinde tuttuğu defteri yabancı, saklı, düşman bir göz görür gömleğinin içine sokan Gazeteci Mehmet, kalbinin atışıyla titreyen sayfaları bıçak saplanırcasına irkilerek sahipleniyordu. Eli, göz kapakları kirpiklerindeki Arap'ları def eder etmez hızla yüreğinin yerine gitti. Kalın ciltli yüzeyi hissettiğinde rahat bir soluğu dudaklarının ardından bıraktı. Ter ve toprak yüzünden keçeleşmiş beyaz gömleğinin rahatsız edici kumaşı sırtını kaşındırırken bedenini doğrulttu. Dalgınca, boz rengi boş duvarın ürkütücü sessizliğiyle bakıştı Delikanlı. Sabahın ilk saatlerinde, insanın bilincinin henüz uyanmadığı o ilk birkaç dakikalık anda dinginleşen hayatın hoşluğunu düşünürken bir anlık farkındalıkla bundan dahi mahrum kaldığını anladı. Zira uyurken dahi zihnini terk etmeyen zehirli düşünceler, onu yattığı taştan daha çok rahatsız kılar olmuştu. Gözlerini açtığı anla kapattığı an arasında hiçbir fark yoktu; kendini yineleyen hüzün ırmağı onu çalkantılarıyla baş başa bırakıyordu. 

Gözlerini duvardan çekerken iç geçirdi Mehmet. Dudakları birbirinin üzerine kilitlenirken hüznünün en yoğun yansıdığı gözleri önünde uzanan bacaklarına kaydı. Dışarıdan bakan bir göz neden kendi bacaklarına böyle uzun uzadıya baktığı üzerinde kafa yorabilirdi fakat temelde Gazeteci Mehmet'in baktığı bacakları değildi. Yüreğinden yansıyan kederin ifrit rengine bakıyordu. Gençlik çağında düşündüğü düşünceler bu rengin sisine yansırken dudakları bu hatırayı somut kelimelere döküyordu:

"Dışarının manzarası her daim aynıdır. Mevsimler, insanı yanıltmaz. Kışın kim kar gördüğüne şaşar, kim yazın yakıcılığında afallar, kim sonbaharda düşen yaprağı yeryüzüne düşmüş bir meteor gibi korkuyla inceler, kim ilkbaharda açan çiçeğe "Sen nesin?" der..? Renkler de aynıdır, ağaçlar, çimenler yeşil, Güneş sarı... Fakat şayet pencerem siyahsa renklerin ne önemi var? Şayet pencerem kırıksa manzaranın ne ehemmiyeti var..?"

Bu çocukça düşünceleri lise çağlarının yersiz dramatize yeteneği içinde izliyordu Delikanlı. Şüphesiz, olayları deneyimsizliğinin dar çerçevesi içinde genellemeye alan benliğinin şaşırtıcı sıkılmışlığını görüyordu. İçinde olduğu ruh haline durup da "Siyah pencere bu... Hayır! Dur dur, gri!" diyecek olsa ilkin şu sessiz duvarlar gülerdi haline. "Ya, Mehmet. Evet. Gri." diyerek bu hırçın komediyi birbirlerine yayarak günlerce anlatırlardı. Elindeki defterin sert kenarına değince omuzlarını indirdi Gazeteci Mehmet. Dalıp gittiği çeşitli düşünceler içinden sıyrılarak baş parmağının desenlerinde dolaştığı kırmızı sert yüzeyi hissetti. Sanki her okşayışında parmaklarını es geçerek direkt yüreğini hedef alan bir kedinin pençeleri gibi acıdan gözlerinin dolduğunu gördü. Bulanık bakış açısı, yükünü taşıyamayan bir atın sırtındakini zıplayarak fırlatması gibi netleşerek defterin yüzeyine iki iri damla yaşı bırakmasına neden oldu. Anında silkilendi Mehmet. 

"Allah'ım" dedi dudaklarının arasından. "Sabah sabah bu hüzün nereden çıktı?" 

Fakat parmakları defterin ilk sayfasını açtığında denk geldiği kelimeler onu tekrar aynı karların altına gömdü. Ne denli silkelenirse silkelensin, artık tüm benliğiyle hissettiği ve kalemine yansıtarak sayfalara dökmeye cesaret ettiği sevdanın yakıcı kıvılcımı büyük kar taneleri halinde üzerine yağmaya devam ediyordu; kurtulmaya çalıştığı çığın içine düşmekten kurtulamıyordu Delikanlı. Bu durumda düşünmesi gerekenler, bu işin içinden nasıl sıyrılacağını hesaplamaktı. Şüphesiz aklına gelecekler çok sınırlı bir alana hizmet edecekti fakat zihni bir müddet, kendinden sıyrılarak başka bir fikrin umutsuz çözümüne yönelecekti. İlkin oturduğu yerden kalkıp elini yüzünü yıkaması ve defterdeki parçayı yırtarak çoktan olmuş olanı yok sayarak kendi işine odaklanması gerekiyordu. İnsanın pek ümitsiz olduğu anlarda sık sık yaptığı gibi sembollere adadığı anlamlara tutunarak ilerlemesi şarttı! Bir defter sayfasına düşen kelimeleri yok etmek, parçalara ayırmak hiçbir şeyi halletmeyecekti. Fakat bir sembol, obje görevi gördüğü müddetçe onu yok etmek bir çözüm gibi zannedilmeye devam edecekti! Hızla ayağa kalktı Gazeteci Mehmet, duygu durumları arasındaki bu sert geçiş onu gafil avlayarak birkaç saniye aval aval etrafa bakmasına neden olsa da umursamayarak mağaranın çıkışına yöneldi. Tam eşikten geçmişti ki Küçük Ahmet'in kan ter içinde kendisine gelmekte olduğunu gördü. Bir elinde küçük bir tüp tutuyor, diğer elinde naylondan bir poşeti taşıyordu. Tüm derdini ve verdiği anlık kararları unutarak çocuğun yanına koştu Gazeteci Mehmet. 

Meczup Ali (Gay) •Tamamlandı•Where stories live. Discover now