4

1K 96 19
                                    

"Canınız çok yanıyor mu?" diye sordum elimi elinden çekmeden.

"Çok değil," diye mırıldandı.

Elbisemden kopardığım tülle elini sarmıştım ve kesilmiş olan yere kanın durması için baskı uyguluyordum. Benim de elime biraz kan bulaşmıştı ama bu umursadığım bir şey değildi. Onun iyi olması önemliydi benim için. İyi ki böyle bir aptallığı yalnızken yapmamıştı da yanında ben vardım.

"Bir hekime görünseniz iyi olabilir."

"Hekim falan istemiyorum, hemen valideme yetiştirir. Bir de validemle uğraşamam şimdi. Hem ona bir hayli sinirliyim, biliyorsun sen de," dediğinde başımı salladım anlayışla. Ne kadar hayal kırıklığı içinde olduğunu tahmin edebiliyor ve onu anlayabiliyordum. 

Elini ellerimin arasından çekti. Elbisemin tülünü eline sıkıca bağladığım için düşmüyordu ama yine de ben elinden gözlerimi alamıyordum. Bir süre gözlerine bakmam için bekledi sanırım ama ben bakmadığımda elini çeneme koyup gözlerimizi birleştirmemizi sağladı.

"Ben iyiyim, tamam mı? Hekimcilik oynamayı bu kadar sevdiğini bilmiyordum." Gözlerimi devirdim.

Sinirli olabilirdi ama sinirini benden çıkarmamalıydı. Ben sadece onun için endişelenmiştim, ne vardı bunda? Niçin benimle alay ediyordu ki şimdi? Ben onun yanında olmak istiyordum lakin bana böyle davranmaya devam edecekse her an gidebilirdim.

"Herkes sizin büyümeniz gerektiğini düşünüyor, bunun neden olduğunu hiç sorguladınız mı şehzadem?" diye sordum küçümser bir tavırla.

Şu an belki saygısızlık ediyordum ama umurumda değildi. Beni sinirlendirmişti. Belki de artık yanında sadece ablası ve ben vardım ama bizim de değerimizi bilmiyordu.

"Sorgulamadım sultanım, neden söylüyorlar sizce?" diye sordu o da benimkine benzer bir ses tonuyla. İkimiz de gardımızı almış, her an büyük bir kavgaya karşı kendimizi hazırlamıştık.

"Çünkü bu asi tavırlarınız, sinirinizi kontrol altına alamayışınız, hiçbir şeyi ciddiye almayışınız sizi küçük bir çocuk gibi gösteriyor. Şehzade Cihangir ile aranızda altı yaş var ama nedense ikinizle de konuşunca, insan onun daha büyük olduğunu düşünüyor. Çünkü o olgunlaşmış, siz ise hala on beş yaşında gibisiniz." Kaşlarını sorgulayıcı bir şekilde kaldırdı. Çok ileri gittiğimi düşünüyordu ve haklıydı ama bunları söylemezsem ölürdüm. Bunları -yani gerçekleri- duymayı hak etmişti.

"Küçük bir çocuk, öyle mi? Size göre ben küçük bir çocuksam niçin yanımdasın o halde? Beni avutmaya mı geldin buraya? Küçük bir çocuk gibi ağlıyorum, değil mi? Sinirimi eşyalardan çıkarıyorum aynı küçük bir çocuk gibi. Acıyor musun bana Mahnisa? Zira öyleyse, buna hiç ihtiyacım yok."

Söylediklerine karşılık olarak başımı iki yana salladım ve sinirli bir şekilde hıhladım. Benim demek istediğimi çok yanlış anlamıştı, kendince yanlış yerlere yorumlamıştı.

"Size acımak mı? Bence siz kendinize acıyorsunuz! Sizi çok seven valideniz ve babanız var. Hadi Şehzade Selim'i saymıyorum, onun dışında sizden sevgiyle söz eden bir ağabeyiniz, bir ablanız, bir de kardeşiniz var. Bu koca saray sizin sayılır. Bir de Kütahya'da sarayınız var, orayı siz yönetiyorsunuz. Emrinizde onlarca hatun ve ağa var. Ne isterseniz dakikasında yapılıyor." Gözlerimin dolduğunu hissediyordum ama bir türlü dilimi tutamıyor, susamıyordum. "Peki ya ben? Ne validem var ne de babam. Buraya yalnızca bir tane, en yakın arkadaşım dediğim Makbule ile geldim. Kardeşim zaten hiçbir vakit olmadı. Siz her şeye sahipken, ben neredeyse hiçbir şeye sahip değilim. Bu durumda kim kime acıyordur sizce?"

İktidar Oyunları | ognis.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin