9

862 104 32
                                    

Ertesi gün Şehzade Ogeday, söylediği saatte elinde koyu mor renginde bir pelerin ve kukuletayla geldi. Elindekileri bana uzatırken şaşkınca ona bakıyordum.

"Bunlar ne?" diye sorduğumda gülümsedi.

"Tedbil kıyafet. Bu üstündeki elbiseyle çarşıda dolaşırsak kimliğimizi ifşalamış oluruz. Saraydan birine bilgi gelir illa, o yüzden bunu giymek zorundasın maalesef." Elindekileri alırken başımı salladım.

"Siz de giyeceksiniz o zaman," dediğimde bu sefer başını sallayan kişi o olmuştu.

"Tabii ki giyeceğim. Sen bunları giy ve kimseye görünmeden on dakika sonra hasbahçeye gel, tamam mı? Ben bulurum seni."

Bir şey söylemeyip yalnızca başımı salladığımda memnun olmuş bir vaziyette dairemden çıktı. Ben de onu bekletmemek adına hemen üzerimdekileri çıkarıp onun verdiklerini giydim ve Makbule'den de yardım alarak, kimseye görünmeden hasbahçeye indim. Bir köşeye sinip onu beklemeye başladım.

Beni çok bekletmeden geldi ve birlikte saraydan tabiricaizse kaçarak çarşıya indik. Oldukça heyecanlıydım, yol boyunca susmamıştım desem yalan olmazdı.

"Ne kadar teşekkür etsem az. Siz olmasaydınız ne yapardım bilmiyorum," dedim yanımda benimle birlikte gezen Şehzade Ogeday'a bakarak.

"Benim için de iyi bir bahane oldu zira sarayda çok sıkılmıştım." dediğinde kıkırdadım. O da kocaman gülümsüyordu.

"Siz, Mihrimah Sultan rica ettiği için mi yanıma geldiniz dün?" diye sordum merakla.

"Yani, o söylemese de sana bakmak için yanına gelecektim ama seni çarşıya kaçırma fikri aklımda yoktu."

"İyi ki Manisa'ya siz gitmemişsiniz." Bir anda ağzımdan kaçırdığım şeylerle kaşlarını çattı. Adımlarını durdurup tamamen bana döndü. "Yanlış anlamayın, ben.. Eğer Manisa'ya siz gitmiş olsaydınız bu kadar çok vakit geçiremezdik diye böyle söyledim." Bakışları yumuşadığında derin bir nefes aldım.

"Elbet bir gün vakit geçirirdik."

"Keşke gitseydim diyorsunuz," dediğimde başını salladı. "Doğru, Manisa mühim bir sancak. Yine de, bence Kütahya da mühim."

Gözlerini devirdi. "Manisa'dan daha mı mühim?" diye sorduğunda başımı salladım.

"Zira orayı siz yönetiyorsunuz." Gülerek önüne döndü ve yürümeye devam ettik. "Çarşıya gelmişken biraz bakınabilir miyiz, uzun sürmez." Gülümseyerek başını salladığında ben de gülümsedim.

Bir süre etrafta boş boş dolaştık. Bir sürü tüccar, elindeki malları satmaya çalışıyordu. Güzel kumaşların olduğu masanın önüne gidip kumaşlara dokunduğum sırada Şehzade Ogeday beni kolumdan çekti ve bir kuytuya soktu aceleyle.

"Ne oldu?" diye sordum anlamamış bir şekilde. İtiraf edemesem de biraz korkmuştum.

"Sümbül burada. Bizi fark ederse yemez içmez valideme yetiştirir vallahi."

Normalde olsa 'vallahi' kelimesiyle Sümbül Ağa'nın taklidini yapmasına gülebilirdim ama normal bir zamanda değildik ve gülecek halim yoktu. Sümbül Ağa'nın zaten benden pek hoşlandığı söylenemezdi, bir de açığımı yakalarsa Hürrem Sultan'ı bana karşı doldurur da doldururdu.

Şehzade Ogeday, Sümbül Ağa'nın olduğu yere doğru bir bakış attıktan sonra elimi tutup koşmaya başladı. Onu takip etmekten başka çarem yoktu. Koşarken bir sürü şeyi devirmiştik ama umurumuzda değildi. Çarşıdan çıkıp ara sokaklardan birine geldiğimizde nefeslenmek için durduk. Zaten Sümbül Ağa'nın peşimizden koşarak bizi takip edecek hali yoktu. Deli gibi kahkaha atıyorduk, gülmekten ölecektik neredeyse.

İktidar Oyunları | ognis.Where stories live. Discover now