2. BÖLÜM "GİZEMLİ AKRABALAR"

655 67 23
                                    


       "Sanırım babanın uzaktan akrabalarıymış" dedi, doktor. "Babamın mı..." dedim. Yutkundum ve doğrulmak üzere iken, yatağıma geri yaslandım ve düşünmeye başladım. Ben babamı hiç görmemiştim ki. Ben doğmadan ölmüş. Bu yaşıma kadar annem, onun akrabası olduğundan da hiç bahsetmemişti. Annemin bana anlattığı; babam, babaannem ile dedemin tek çocuğuydu. Onlar da yaşlanınca, ben bebekken ölmüşlerdi. Babam ise, bir trafik kazasında işten eve gelirken ölmüş. Peki, şimdi kimdi bu akrabalar? Ayrıca onlar, annemin öldüğünü nereden öğrendiler? Hem annem niye saklasın ki babamın akrabalarını benden? Merakla ve bir parça da tedirginlikle doktora döndüm. "Nasıl insanlardı?" dedim. Doktor, "Nasıl yani? Gerçekten onları hiç tanımıyor musun?" dedi. Ben, "Tanımıyorum, yani.. Yani annem bana onlardan bahsetmemişti" dedim. "Onlar, annenle sık sık görüştüklerini söylediler. Hatta annene ulaşamayınca hastanelere tek tek baktıklarını ve senin burada tedaviye alındığını, neticede de annenin vefat ettiğini öğrendiler. Bir kısmı cenaze işlemlerini yaparken, birkaç tanesi de sürekli yanına geldi. Burada beklediler. Sanırım onlarla tanıştığında sorularını onlara yöneltirsen sana daha doğru bilgi vereceklerdir" dedi.

       Ben daha da meraklanmıştım. "Kaç kişi geldi?" dedim. O da, "Tam olarak hatırlamıyorum, ama yaklaşık 7-8 kişiydiler. Hepsi de sanki anlaşmış gibi parlak yeşil, uzun bir mont giymişler ve şapkasını da takmışlardı. Ayrıca güneş gözlüklerini de hiç çıkarmadılar, sık sık seni ziyarete geldiler" dedi. Ben, daha da merak etmiştim. Kimdi bu akrabalar? Bundan sonra yapmam gereken ilk iş, bu akrabaları tanımak olmalıydı. Benimle olan bağlarını öğrenip, ondan sonra gidecektim anneciğimi ziyarete. Hem onlara hesap da soracaktım. Ne demekti annemi benden habersiz toprağa vermek? O benim annem. Onu son kez görme hakkımı nasıl elimden alırlar? Evet, bunları düşündükten; ayrıca istediğim şeyleri öğrendikten sonra anneciğimi ziyarete gitmeye karar vermiştim. Doktora baktım. Sanırım benim düşünmemle geçen sessizliği anlamış olacaktı. "Evet." dedi " En iyisi akrabalarını beklemen olacaktır. Hem bu sayede birazcık da dinlenmiş olursun. Belki bana seninle konuşma fırsatını da verirsin" dedi. Ben, "Çok yorgunum, uyumak istiyorum, biraz dinlenmeye ihtiyacım var." dedim. "Peki" dedi. "Sen biraz dinlen. Ben nasıl olsa hep buraydım" diye ekledi. Konuşmanın sorumluluğundan kaçmanın vermiş olduğu rahatlama ile, "Tamam" dedim.

       Doktor gittikten sonra, Gözlerimi pencereye dikerek, kara kışın hırpaladığı zavallı,çaresiz ağaca baktım. Ben de onun kadar çaresizdim. En azından onun, önünde yaşayacağı bir baharı vardı. Ancak benim baharım da yoktu. Ben artık kimsesiz bir kızdım. Evet kimsesiz... Yapayalnız bir kız... Bu dünyadaki tek varlığımı da kaybetmiştim. Sessiz sessiz ağlamaya başladım. Evet, buna ihtiyacım vardı. Annemi düşündüm. Onunla geçen günlerimizi, onu ne kadar sevdiğimi, onun beni ne kadar sevdiğini, okuldan gelince bana sarılmasını, sorunlarımı dinlemesini, karanlıktan korktuğumda yatağını benimle paylaşmasını, üzülünce başımı okşamasını, hafta sonu anne kız yaptığımız alışverişleri... Her şeyi özlüyordum. O zamanlar o kadar sıradan gelen şeyler şu anda benim için o kadar büyük bir özlemdi ki... Artık asla bunları yaşayamayacaktım. Annem, bir tanecik anneciğim... Onu kırdığımda bile benimle uzun süre küs kalamazdı. Odamın kapısını tırnağı ile tıkırdatır ve elinde bir tabak meyve ve yüzünde kocaman gülümsemesi ile içeri gelirdi ve, "Hadi gel barışalım güzel kızım" derdi. Ah keşke o zamanı geriye alabilsem de, seni hiç üzmesem annem... Ben, sensiz, bir başıma bu dünyaya nasıl alışacağım annem? diye sessiz sessiz ağlamaya başladım. Sonra birden yalnız olmadığım aklıma geldi. Öyle ya, benim artık akrabalarım vardı. Peki, neden annem onlardan hiç bahsetmedi? Kafamı kurcalayan bu soruları ve almak istediğim cevapları kafamda kurmaya başladım. Belki annem ile araları kötü idi. Onlar da babam öldükten sonra, yıllarca annemle beni uzaktan izlediler. Ve annem de ölünce bana kol kanat germeyi düşündüler. Ya da belki, yurt dışındalardı ve babamla küslerdi. Annem onlarla yeni tanıştı ancak bana söylemeye zamanı yetmedi. Ancak annemin son lafları geldi aklıma; "Ben gidince o seni almaya gelecek, ne olursa olsun gideceksin, sana nasıl açıklayacağımı bilemedim..." Bu cümlelerin sırrı neydi? Kafamı kurcalayan bu sorulardan kurtulmak için yatağıma yaslandım ve şu gizemli akrabaları beklemeye başladım.

"Günaydın küçük hanım" sesi ile uykumdan uyandım. Doktor yanı başıma gelmiş ve iyi olup olmadığımı kontrol etmek istemişti. Ne ara daldım, farkında bile değildim. Sadece başımda cılız bir ağrı ile uyandım. Doğruldum ve, "Günaydın" dedim. Doktor gözlerime baktı, usulca yanımdaki sandalyeye oturdu ve, "Bak, Jale" dedi. "Şu anda akrabaların dışarıda. Uyandığını ve kendine geldiğini öğrendiler. Seni ziyarete gelmişler. Onları görmek istediğini bildiğim için seni uykundan uyandırdım" dedi. "Ö... Öyle mi?" dedim titrek bir sesle. Aslında uykuya dalmadan önce onlarla tanışmayı çok istiyordum. Ancak şu anda içimde bir parça korku, bir parça da merak birbirini kemiriyordu. Hangisinin hangisini bitireceğini bilmiyordum. Onları görmeli miydim? Bilmiyordum. Ancak bundan kaçamazdım. Zaten yıllarca o veya bu sebepten uzak kalmıştık. Artık bu son bulmalıydı. Doktora baktım ve, "Peki, gelsinler onları görmek ve onlarla tanışmak istiyorum" dedim. Doktor gülümsedi ve, "Bak Jale" dedi "Ne zaman istersen ben buradayım. Seninle konuşabilirim. Sorunlarını dinleyebilirim. Bunu hiçbir zaman unutma. Onlar şu anda dışarıda. Seni buradan çıkarmak için bekliyorlar. Kendine çok iyi bak tamam mı?" dedi. Doktorun konuşmaları ile biraz rahatlasam da kafamdaki soru işaretleri sönmüyordu. Ben, hiç tanımadığım insanlarla nereye gidecektim ki? Ancak ne olursa olsun yalnız değildim. Sonuçta akrabalarımdı onlar. Zaten anneciğimin mezarını da görmek istiyordum. Ayrıca artık hastaneden çıkmak istiyordum. "Peki" dedim. "Yardımlarınız için sağ olun." O ise, " Rica ederim" dedi. Ve kapıya doğru yürüyüp çıktı. Sanki kapıdan çıkarken içimde bir köşede, buz gibi duran kazanın ateşini de yaktı çıktı. İçimdeki kazan fokurduyordu. Fokurdadığı her baloncuk meraktan daha da ısınıyordu. Git gide kaynıyordu, taşıyordu içimde. Şimdi ben ne diyecektim? Nasıl başlayacaktım lafa? Off... Kafam karışıktı hem de çok. 

ALTIN ASALI EJDERWhere stories live. Discover now